Dede Korkut, tam olarak bilinmese de doğum ve ölüm tarihi 570-632 yılları arasında kabul edilir. Dede Korkut, Orta Asya‘da Kopuz, Anadolu’da saz diye tanınan çalgının mucidi olarak bilinen ilk Türk Ozanı’dır.
itâb-ı Dedem Korkud alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân başlığını taşıyan eserin çeşitli yerlerinde “dede”, giriş bölümünde dört defa “ata” unvanıyla anılan Dede Korkut’un hayatı hakkında tarihî kaynaklardaki bilgiler farklılıklar gösterir.Dede Korkut, Reşîdüddin’in Câmiʿu’t-tevârîḫ’inde Oğuzlar’ın Bayat boyundan, Ebülgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terâkime’sinde ise Kayı boyundan gösterilir. Bahrü’l-ensâb, Bayındır Han’ın Dış Oğuz-İç Oğuz beylerini saydıktan sonra Dede Korkut’un bunların şeyhi olduğunu söyler. Müneccimbaşı, Edirneli Rûhî’ye dayanarak ondan “Türkmen kabâili beyninde Korkud Ata nâm bir ehl-i hâl azîz var idi” diye söz eder. Saltuknâme’de Dede Korkut Osmanlılar’la aynı soydan gösterilir ve Osmanlılar’ın soyu Oğuzlar’la birlikte İshak peygamberin oğlu Îs’e bağlanır. Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi’nde Korkut Ata, Oğuz padişahı Bayındır Han ve onun beylerbeyi Kazan ile birlikte anılır ve bunların ölümüyle Oğuz cemaatinin dağıldığı söylenir.Câmiʿu’t-tevârîḫ’e göre Dede Korkut, Oğuz hükümdarlarının onuncusu olan Kayı İnal Han’ın başmüşaviridir. Oğuz kütüğünde on dördüncü han olarak gelen ve doksan yıl hükümdarlık yapmış olan Kanlı Yavguy da bütün ömrü boyunca Korkut’u müşavir sıfatıyla yanında bulundurmuştur.
Dede Korkut’la ilgili bir menkıbede Hz. Peygamber’le çağdaş olarak gösterilen Kayı İnal Han müslüman olmuş ve iki vezirini Peygamber’e elçi göndermiştir. Zeki Velidi Togan, Dede Korkut İslâm’dan önce yaşamış olmakla birlikte menkıbede Hz. Peygamber zamanına da yetişmiş gösterildiğinden, onun Göktürkler devrindeki Oğuz yabguları katında bulunan bir Türk bilgesi sayılabileceği görüşündedir. Bahrü’l-ensâb’da Oğuzlar’ın İslâmiyet’i kabulüne ve Dede Korkut’a dair daha ayrıntılı bir rivayet bulunmaktadır.
Halk rivayetlerine göre Dede Korkut aydın, berrak gözlü dev kızından dünyaya gelmiştir. Boyu 60 arşındır. Reşîdüddin ve Ebülgazi Bahadır Han onun 295 yıl yaşadığını söylerler. Bir halk rivayetine göre ise 100 yıl yaşamıştır. Siriderya nehrinin sol yakasında kurulmuş bir Kazak obasında yaşamış, ölünce nehrin sağ kıyısına gömülmüştür. Korkut Ata’nın ölümüyle ilgili olarak Kazaklar arasında yaygın olan menkıbeye göre yirmi yaşında iken rüyasında aklar giymiş bazı yaratıklar ona kırk yıl yaşayacağını haber vermiş, bunun üzerine Korkut ölümsüzlük istemeye karar vermiştir. Karşılık beklemeden hastalara yaptığı yardımlar Allah katında makbule geçmiş ve bir gün uykuda iken Allah ona, “Ölümü kendin arzu etmedikçe ölmeyeceksin” demiştir. Onun ölümü hakkında oldukça zengin başka rivayetler de vardır.
Alman imparatorunun Moskova ve İran elçisi Adam Olearius, 1638 yılında “İmam Korkut” diye andığı Dede Korkut’un Derbend şehri yakınlarında bulunan mezarını görmüş ve anlatmıştır. İran ve Dağıstan Tatarları arasındaki sınırı belirleyen küçük bir ırmağın kenarında bulunan mezar, kaya içine oyulmuş büyük bir mağara şeklinde olup tabutu dört tahtadan yapılmıştı. Olearius’un naklettiği mahallî rivayete göre Korkut Salur Kazan’ın taraftarıdır. Putperest Lezgiler’i İslâm’a davet için oraya gitmiş, ancak Lezgiler onu öldürmüşlerdir. Evliya Çelebi de Korkut Ata’nın mezarını 1647’de ziyaret etmiştir. Amerikalı diplomat Eugen Schuyler’in eserinde Dede Korkut’un mezarının resmi ve hakkında bilgi bulunmaktadır.
Vilyamirof Zernof, 1851-1856 yılları arasında Dede Korkut’un mezarını görmüştür. Barthold ise bölgeye yaptığı bir gezide mezarı bulamadığını söyler.
Korkut Ata, Kazak halkı arasında bir müslüman Kazak ermişi olarak tanınır. Olearius’un verdiği bilgiye göre yaşlı bir kadının türbedarlık yaptığı türbesinde belli günlerde adak ve kurban merasimi yapılır, kadınlar uzak yerlerden yalın ayak buraya gelir, sandukayı öper ve dileklerinin yerine gelmesi için dua ederler. Divaev, Korkut’un mezarının şifa bekleyen hastaların da ziyaret ettikleri bir yer olduğunu ilâve eder.
Dede Korkut göçebe Türkler’in yüceltip kutsallaştırdığı, bozkır hayatının geleneklerini ve törelerini çok iyi bilen, kabile teşkilâtını koruyan bir Oğuz büyüğüdür. Halkın atası, kabilenin reisi, bilgin, güçlü halk ozanı ve bilge olarak Dede Korkut’un tasviri kitabın başından sonuna kadar tekrarlanır. Hanlar güç durumlarda ona danışırlar; öğütler veren, yol gösteren, içinden çıkılmaz gibi görünen güçlükleri çözen hep odur. Ali Şîr Nevâî, onun Türk milleti arasında büyük bir yeri olduğunu, kendisinden nice yıl önceki ve sonraki birçok şeyi haber verdiğini söyler. O aynı zamanda Kazak-Kırgız bahşılarının pîri olarak da tanınmaktadır. Dede Korkut eserde genellikle ozan olarak karşımıza çıkar. Şamanizm kökenli bir menkıbeye göre Korkut adlı bir şaman Kırgız şamanlarına kopuz çalmayı ve türkü söylemeyi öğretmiştir.
Oğuzlar’ın destanî hayatını anlatan on iki hikâyeden meydana gelen Dede Korkut Kitabı’nın iki nüshası vardır. Kitâb-ı Dedem Korkud alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân başlığını taşıyan Dresden nüshası 1815’te F. von Diez tarafından bulunmuştur. Dresden Kraliyet Kütüphanesi’nde Fleischer külliyatı arasında bulunan eser pek güzel olmayan bir nesihle yazılmış olup her sayfada on üç satır vardır, metin bazı kelimeler dışında harekesizdir. Hikâyelerin başlıkları, hikâyeler ve manzum parçalar birbirinden ayrılmadan bir bütün olarak yazılmıştır. Dresden yazmasının Diez tarafından istinsah edilen nüshası Berlin Kraliyet Kütüphanesi’ndedir.İtalyan Türkologu Ettore Rossi, Vatikan Kütüphanesi’nde bulduğu eserin ikinci nüshasını Un nuovo manoscritto del Kitāb-i Dede Qorqut’” adlı makalesiyle tanıtmış ve daha sonra bir inceleme ile birlikte yayımlamıştır.
Dede Korkut hikâyeleri Türk ahlâk ve törelerinin, inançlarının, kahramanlıklarının otantik olarak anlatıldığı bir eserdir. Kitapta geçen Karacukdağ, Karşuyatan, Karadağ, Aladağ gibi tarih ve coğrafya adlarının çoğu, bu hikâyelerin Oğuzlar’ın Türkistan’dan ayrılmalarından öncesine ait olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Oğuz Türkleri bunları batıya getirirken buraya göre mahallîleştirmişler ve batıda geçen olaylarla karıştırmışlardır. Menkıbe Dede Korkut’un Kayı İnal Han zamanında yaşadığını, onun Hz. Peygamber’le çağdaş olduğunu gösteriyorsa da bu hikâyeleri, başkahraman olan Salur Kazan’ın mensup olduğu kabile dolayısıyla çok eski devirlere kadar götürmek daha doğrudur. Çünkü Salur Kazan’ın Oğuz destanının başkahramanı olmasıyla ilgili menkıbe Oğuzlar daha Orta Asya’daki yurtlarında iken teşekkül etmiştir. Öte yandan Oğuzlar’ın en eski destanlarından biri olan Bamsı Beyrek hikâyesi Orta Asya bozkırlarının her yerinde tesbit edilmiştir. Alpamış diye tanınan bu hikâyenin tarihi VI-VIII. yüzyıla çıkarılmaktadır. Dede Korkut destanlarının yazıya geçirilmeden önce sözlü gelenekte yaşamış olduğu şüphesizdir.
Dede Korkut hikâyelerinin XV. yüzyılın ikinci yarısında yazıya geçirildiği tahmin edilmektedir. Kitabın yazıldığı yer olarak da genellikle Akkoyunlular’ın hüküm sürdüğü saha, yani bugünkü Kars ve Erzurum dolaylarındaki yerler kabul edilmektedir.
Eserin dili Âzerî lehçesinin özelliklerini göstermekle birlikte bugünkü Âzerî lehçesiyle karşılaştırıldığında bütün dil özelliklerinin bu lehçeye ait olmadığı görülür. Büyük Oğuz kabilelerinin henüz ayrı doğrultulara yönelmedikleri, birbirlerinin dillerine ve lehçelerine has şekilleri paylaştıkları yıllardan pek uzak olmayan Dede Korkut Kitabı’nda, başta Kıpçak lehçesi olmak üzere öteki Türk boylarının dillerinden ve Moğolca’dan geçmiş bazı kelimeler mevcuttur. Eserin giriş bölümünde ve hikâyeler arasında yer alan atasözleri, Oğuzlar’ın günlük yaşayışına dair gözlemleri yansıtmakta olup kişilere davranışlarında yol gösteren herkesçe kabul edilmiş prensiplerdir.
Şekil ve üslûp bakımından Orta Asya destanları iki tipe ayrılabilir. Bunlardan birincisine örnek gösterilebilecek olan Alpamış destanının Özbekçe’sinde gerek hikâye gerekse kahramanların konuşmaları manzumdur, düz yazı bölümleri ancak hikâyeleri birbirine bağlayan kısa ifadelerden ibarettir. Halk hikâyesi adı verilebilecek ikinci tipin örneklerinden Şah Sanem, Âşık Garip, Köroğlu’nda olduğu gibi Dede Korkut hikâyelerinde de manzum bölümler vardır. “Soylama” denilen bu bölümler hece vezninin düzgün ölçülerine uymaz ve bir tür serbest nazmı andırır. Esere, gereksiz edebiyat süsleri bulunmayan, kısa, yalın ifadelerle örülmüş, yapmacıksız, özentisiz bir üslûp hâkimdir. Üslûptaki bu canlı ifadenin kaynağı konuşma dilidir. Mecaz unsurları da bir tek kişiye ait değil halkın günlük hayatında anlatımı güzelleştirmek, zenginleştirmek için başvurduğu ortak benzetmeler, ortak deyimlerdir. Hikâyeler, tabiiliği bozmayan kısa cümleler, bunların çeşitli kuruluşları ve yerli yerinde kullanılan, yadırganmayan sıfatlarla örülü, anlatıma sürat veren, okuyucuyu duraksatacak hiçbir engelle kösteklenmeden yürüyüp giden benzersiz bir üslûba sahiptir. Hikâyelerde nesri nazım saydıracak üstün bir âhenk duyulduğu gibi bunlardaki nazım da serbest nazmın ifade serbestliğine sahip bir dille verilmiştir. Aliterasyonlar üslûba başka bir renk katar. Dede Korkut hikâyelerinin üslûbunu, destan söyleyicileri arasında sürüp gelen anlatma geleneğine bağlı, Türk halkının öz malı olan bir üslûp saymak daha doğrudur.
Dede Korkut Kitabı, Orta Asya’da yaşayan Oğuzlar ile onların Anadolu’ya gelmiş boylarının toplum hayatını aydınlatan unsurlarla yüklüdür. Bu unsurlar, hikâyelerde yer alan diğer motiflerle birlikte, başka milletlerin menkıbe ve hikâyelerindeki motiflerin karşılaştırılmasına ve birtakım benzerliklerin ortaya çıkarılmasına yardım eder. Hikâyelerde Müslümanlığın temellerine dayanan inanışları, menkıbeleri, İslâm tarihiyle ilgili kişileri ve unsurları, bunların hayatına dair bilgileri bulmak da mümkündür. “Su Hak dîdarın görmüştür” gibi tasavvuftan gelen inanışlarla adak, sadaka, salavat, ism-i a‘zam gibi terimler, yeminler ve dualar bu unsurlar arasında sayılabilir. Hikâyelerde Şamanizm izlerinin de sürüp geldiği su, ağaç ve dağ kültlerinde görülür. Eserde geçen kayın ağacının bütün Türkler’in hayatında özel bir yeri vardır. Bu ağacın, çocukların koruyucu tanrısı olan “umay”la birlikte gökten indirildiğine inanılmaktadır.
Dede Korkut hikâyelerinde İslâmiyet’ten gelen etkinin yüzeyde kaldığı ve bunun bir cilâdan ibaret olduğu yolundaki görüş ilk olarak Barthold tarafından ortaya atılmış, M. Fuad Köprülü ve Abdülkadir İnan da bu görüşe katılmışlardır. Buna rağmen Dede Korkut Kitabı’nda Şamanlık izleri İslâmî unsurlar kadar güçlü değildir.Bu unsurların Şamanlık izlerini taşıdığı ancak bu alandaki müşahedeler sonucunda farkedildiği halde İslâmî unsurlar belirgindir. Dede Korkut Kitabı bir müslüman ermişin kitabıdır ve her müslüman bunu ilk okuyuşta kolayca anlayabilmektedir. Nitekim Ettore Rossi de yukarıdaki görüşlere karşılık Dede Korkut Kitabı’nda İslâmî unsurların yer yer yüksek bir seviyeye eriştiği fikrindedir.
Bu destanlardan hareketle Orta Asya’da yaşayan Oğuzlar’ın toplum yapısının bazı yönlerini aydınlatmak mümkündür. Göçebe hayatla yerleşik hayat olaylarının birbirine karıştığı eserden, Oğuzlar’ın tam anlamıyla teşekkül etmiş bir göçebe aristokrasisine sahip oldukları anlaşılmaktadır. Toplum yapısının en üstünde hanlar hanı Bayındır Han bulunur. Fakat hikâyelerde doğrudan doğruya onunla ilgili işlenmiş bir konu yoktur. Bayındır Han eserde ikinci planda bir hükümdar olarak gösterilmiş, yerini Oğuz alplerinin başı sıfatıyla Salur boyundan ve onun beylerbeyi ve güveyisi olan Alp Kazan almıştır.
Dede Korkut Kitabı’nda Türkler’in, kaynağı Hunlar’a kadar çıkan devlet teşkilâtının izleri bulunmaktadır. Eserde Oğuzlar’da ve genel olarak Türkmenler’de sıkı sıkıya riayet edilen teşrifat kurallarının yürürlükte olduğu görülür. Dede Korkut destanlarında en büyük yeri savaşlar tutar. Bu hikâyelerde kadına da büyük değer verilir. Toplumda en yüksek mevki kadına aittir. Şehvetin izine rastlanmayan destanlarda kadın-erkek ilişkisinin mahrem yönlerini anlatan yerler bulunmakla birlikte bunlar tabiilik ve gerçeklik sınırlarını aşmaz. Anne baba ve çocuktan kurulu Türk ailesinde aile içi münasebetlerde sonsuz bir şefkatin, ölümler karşısında gevşemez bağlılığın, ayrıca sadakatin, şeref ve namus anlayışının bulunduğu görülmektedir. Bütün Oğuz beyleri tek eşlidir. Doğan çocuğa ad verilmesi büyük önem taşır. Gösterdikleri yararlıktan ötürü kahramanlara asıl adları Korkut Ata tarafından verilir. Ölümlerde yas tutulur; yasa girenler bunu hem giyecekleriyle hem de davranışlarıyla belli ederler. Eski Türkler’de Şamanlık’tan bu yana sürdürülen ölüler için aş verme geleneği Dede Korkut Kitabı’nda da bulunmaktadır. Bu gelenek göçebe Oğuz boylarıyla birlikte Azerbaycan’a ve Anadolu’ya gelmiştir.
Oğuz beyleri bir araya gelip eğlenirler. Bazı hikâyeler Bayındır Han’ın düzenlediği bu “toy”larla başlar. Destanlarda giyim kuşamla ilgili olarak yaşmak, börk, çuka, carkap, yapuk, edik, sokman gibi birçok isim vardır. Dede Korkut destanlarında çeşitli hayvan adları geçer. Ancak Oğuz Türkü’nün hayatında en üstün yeri at tutar. Başkahramanlar atlarıyla birlikte anılırlar, onların da insanlar gibi adları vardır.
Dede Korkut Kitabı üzerinde Türkiye’de ve Türkiye dışında başta V. V. Barthold olmak üzere A. Samoyloviç, Hamit Araslı, Ahmet Çobanoğlu, E. Rossi, F. von Diez, J. Hein, Kilisli Rifat, Pertev Naili Boratav, Orhan Şaik Gökyay, Muharrem Ergin, Abdülkadir İnan ve Mehmet Kaplan tarafından çeşitli çalışmalar yapılmıştır. İlk olarak Kilisli Rifat’ın yayımladığı
eserin Barthold tarafından yapılan Rusça çevirisi 1950’de Bakü’de, bu çeviriye dayanarak M. Jirmunsky ve A. H. Kononov tarafından yapılan ikinci Rusça çevirisi ise Kniga Molgo Deda Korkuta adıyla yayımlanmıştır (Moskova 1962). Eseri Ettore Rossi İtalyanca’ya (Vatikan 1952), Joachim Hein Almanca’ya (Zürih 1958) çevirmiştir. İngilizce’ye, biri E. Ahmet Uysal, Faruk Sümer ve Warren S. Wolker tarafından The Book of Dede Korkut adıyla (Austin 1972), diğeri Geoffrey Lewis tarafından aynı adla yapılmış (Aylesbury 1974) iki tercümesi vardır. Eseri Firîbâ Azeb Defterî ve Muhammed Harîrî, G. Lewis’in İngilizce tercümesinden Bâbâ Korkud adıyla Farsça’ya çevirmiş (Tebriz 1355), ayrıca Ḥamâse-i Dede Korkud adıyla ikinci bir tercüme de İbrâhim Dârâbî tarafından Türkçe aslından yapılmıştır (Tahran 1355). Dede Korkut Kitabı’nı son olarak Slavoljup Dincic Sırpça’ya çevirmiştir (Kniga Dede Korkut, Belgrad 1981). Türkiye’de ise halk için yapılmış çeşitli yayımlar (bunlar için bk. TDEA, II, 217) dışındaki ilmî neşirleri şunlardır: Kilisli Muallim Rifat (Bilge) tarafından Kitâb-ı Dede Korkud alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân (İstanbul 1332) adıyla yayımlanan çalışma sadece Berlin nüshasına dayanılarak hazırlandığından bazı eksiklikleri ve hataları vardır. Orhan Şaik Gökyay’ın Dede Korkut (İstanbul 1938) ismiyle yayımladığı eser, Berlin istinsahına dayanmakla birlikte Dresden nüshasının fotoğrafları ile karşılaştırılmıştır. Gökyay, bu neşirden otuz beş yıl sonra Dresden nüshasını esas alarak Vatikan nüshasındaki fazlalıkları da eklemek suretiyle geniş bir inceleme, çeşitli konularda dizinler, kitabın yazmaları ve yayımları hakkında ayrıntılı bilgilerle eseri Dedem Korkudun Kitabı adıyla yeniden yayımlamıştır (İstanbul 1973). Muharrem Ergin ise Dresden ve Vatikan nüshalarının tıpkıbasımlarını vererek eseri Dede Korkut Kitabı I ([Giriş-Metin-Faksimile], Ankara 1958), II ([İndeks-Gramer], Ankara 1963) adıyla neşretmiştir.
Kaynak:İslam Ansiklopedisi