Ziya HURŞİT

Hurşit daha sonra cellata dönerek: “Beni kim asacak”, cellat Ali cevap verdi; “Ben asacağım efendim”, “İpi iyi hazırladın mı, sakın ben asılırken düğüm filan olmasın?”, “Hayır merak etmeyiniz, bir şey olmaz.”, “Teşekkür ederim. Sen işinin ehli bir adama benziyorsun. Öyle kimseleri takdir ederim. İp sağlam değil mi? Kopmaz ya…”, “Kopmaz efendim, sizden daha ağır arkadaşlarınızı da çeken aynı iptir, merak buyurmayınız.”, “Oh oh çok güzel, çok güzel. Fakat şu ipin sağlamlığını bir defa da kendim kontrol etmek isterim.” İşini bir an evvel bitirmek isteyen cellat Ali telaşla: “Aman beyim vakit geçiyor çabuk ol…”

1892 yılında,Ziya HURŞİT Rize‘nin Hemşin ilçesinde doğdu. Babası Kadı Hurşit Efendi, Ardahan taraflarından Rize’ye gelen Kürdoğlu ailesine mensuptu. İlk ve orta öğrenimini Trabzon’da alan Ziya Hurşit, daha sonraları Almanya’nın Danzig şehrinde gemi inşaatı ve telsiz öğrenimi gördü.Öğreniminin ardından Eskişehir Sultanisi’nde Almanca öğretmenliği yapmaya başladı. 21 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında düzenlenen Erzurum Kongresi’ne Trabzon delegesi olarak katıldı.

Atina (Pazar) kazasına bağlı Hemşin’de doğdu. Meclis arşivinden elde ettiğimiz seçim mazbatasında doğum tarihi ve yeri yazmamakla birlikte “Memleketi ve memleketindeki mufassal (ayrıntılı) adresi” kısmı altında “Atina’da Hemşin Nahiyesi Kürtzade Ziya” olarak yazmaktadır. Annesi Emine Hanım’dır. Babası 35 sene kadılık ve kadı naipliği6 yapan Hurşit Efendi’dir. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra Almanya’da Gemi İnşa Mühendisliği ve Telsiz Telgrafçılık eğitimi alırken 3. sınıfta iken okulu bırakarak Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya döndü. 1920 yılında Eskişehir Sultanisi’nde Almanca öğretmenliği yaparken burada Milli Mücadele’nin örgütlenmesinde ve gençlerin işgale karşı bilinçlenmesinde etkin rol oynadı.

ağabeyi olan Ahmet Faik Günday’a duyduğu yakın ilgisi ve Eskişehir’deki yararlı faaliyetleri neticesinde dikkatini çeken Ziya Hurşit, yine ağabeyinin de etkisiyle TBMM’ye I. Dönem Lazistan Milletvekili olarak girdi. 24 Nisan 1920’de meclise katıldı. I. ve II. toplantı döneminde Dışişleri Komisyonu’nun katipliğini yapmakla birlikte Bütçe ve Tapu-Kadastro komisyonlarında da çalıştı. Çok iyi Almanca ve Fransızca bilgisiyle muhalif olana kadar Mustafa Kemal Paşa’nın yakınında yer aldı. II. ve III. toplantı yıllarında divan katibi oldu. Asker kaçakları ve Yozgat bölgesindeki ayaklanmaları ile ilgili sorunlar için kurulan Yozgat İstiklal Mahkemesi üyeliğine seçildi ise de bu göreve Hukukçu olmadığı için gitmeyi kabul etmedi. İnönü Savaşı’na Kazancı sırtlarında II. Süvari Grubu’nda diğer yedi milletvekili arkadaşı ile gönüllü olarak katıldı. Düşman siperlerine 300 metre kadar yaklaşarak ateş baskını yapmalarından dolayı meclise özel kurdeleli İstiklal madalyası almaları meclise teklif edildi ama bu talep CHF’li mebusların itirazıyla kabul edilmedi. Cesur ve ateşli birisiydi; öyle ki, İngilizler Porsuk nehri üzerindeki köprüyü kapattıklarında elinde tüfekle bir grup genci yanına alarak köprüden çekilmedikleri takdirde ateş edeceklerini söylemiş, bunun üzerine İngilizler karargahlarına çekilmişti. Düşüncelerini ve fikirlerini söylemekten çekinmezdi. Mustafa Kemal Paşa Sakarya Savaşı’nı kazanınca Mecliste, tezahürat ve alkışlar eşliğinde büyük bir törenle karşılandığında, Ziya Hurşit mecliste bulunan kara tahta üzerine Tevfik Fikret’in “Beşerin böyle delaletleri var, Putunu kendi yapar kendi tapar.”beytinden esinlenerek “Bir millet putunu kendi yapar, kendi tapar” diye yazacaktı. Her ne kadar, her işe itiraz ve muhalefet ettiğini söyleyenler olsa da mecliste gerçekleştirdiği konuşmalarda yaptığı yapıcı eleştirilerde çoktur. Kanunda gördüğü eksiklikler hakkındaki yerinde görüşleri, yaptığı katkılar ve yine kanun oylamalarında verdiği kabul oylarının yüksekliği, onun böyle bir yapıda olmadığını göstermektedir. Fakat meclis zabıtlarından yaptığımız araştırma ve tespitlerimize göre karşı olduğu kanun veya kanun maddesine olan muhalefetini de sonuna kadar sürdürmüştür.

Muhalefeti sadece bununla sınırlı kalmadı. Müdafaa-ı Hukuk Grubu’nun kurulmasından sonra, muhalefetteki II. grup üyeleri arasında ateşli bir hatip olarak yer aldı. İkinci grup üyesi Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in, Topal Osman Ağa tarafından öldürülmesi, Ziya Hurşit için bir kırılma noktası oldu ve meclis içi ve dışı muhalefetini daha da artırdı. İkinci grup üyesi olmasından dolayı II. dönem meclis seçimleri için aday gösterilmedi. Aday gösterilse Lazistan, Trabzon ve Gümüşhane’den seçilme olasılığı yüksekti. Aday gösterilmemesine rağmen Ziya Hurşit’e karşı tertibat alınmış ve ağabeyi Ahmet Faik Günday bunu hatıratında, “gerekirse Lazistan’da isyan çıkmış ve asilerin başına geçmiş demeyi ve iftira etmeyi dahi kararlaştırmışlardı.” şeklinde ifade etmekteydi. Vekillikten sonra bir süre akrabası olan Esat Bey’le ortak iş yaptı. Ağabeyi Ahmet Faik Bey’in tanıdığı Hariciye Müsteşarı Tevfik Kamil Bey vasıtasıyla İsmet Paşa’dan Paris sefaretinde bir göreve getirilmesi istendiyse de İsmet Paşa’nın “bu ikinci gruptandır; devlet kadrosunda buna ve bunun gibilere yer verilmez” cevabıyla ticarete devam etmek zorunda kalmıştı.1925 yılında kurulan Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’nın Samsun şubesi kuruluş çalışmasını yürüttü. Ankara’da fırsat buldukça kulüpte kendisinin ve karşısındakinin kaç sayı alacağını hesap edecek derecede bildiği piket oyununu oynardı. Milletvekilliği süresince 53’ü meclis oturumunda, 27’si gizli oturumlarda olmak üzere toplam  konuşma yaptı.Toplam 96 oylamaya katılıp 2 müstenkif (çekimser), 17 red,  kabul oyu vermiştir. TBMM 23 Nisan 1920’de 104’ü yeni seçilen, 23’ü de İstanbul’dan gelen olmak üzere 127 üye ile açılmıştır. Toplantı yılının sonu olan 28 Şubat 1921 tarihine kadar meclise katılanlarla bu sayı 358’i bulmuştur. Ziya Hurşit de bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün teşviki ve gayretiyle meclise Lazistan (Rize) milletvekili olarak girmiştir. Olağanüstü yetkilerle donatılmış bu meclis, 23 Nisan 1920’de en yaşlı üye Şerif Bey’in başkanlığında ilk toplantısını yapmıştır. Ziya Hurşit’in Saltanatın Kaldırılması ve Ali Şükrü Bey’in Öldürülmesi İle İlgili Yaptığı Meclis Konuşmaları Saltanatın Kaldırılması Saltanatın kaldırılmasına doğru giden süreçte, itilaf devletleri, ihtilaf çıkartmak için 28 Ekim’de İsviçre’nin Lozan kentinde toplanacak olan konferansa, İstanbul ve Ankara hükümetlerini resmen davet etmiştir. Bunun üzerine iki gün sonra toplanan TBMM, İstanbul hükümetinin tasfiyesine yönelik imzalı karar tasarısını görüşmüşse de aynı gün sonuç alamamış, ancak 1 Kasım tarihli toplantıda, Mustafa Kemal’in sert müdahalesi üzerine saltanatın kaldırılmasına karar vermiştir. Saltanatın kaldırılması ile ilgili meclis görüşmeleri 30 Ekim 1922’de başlamıştı. Dr. Rıza Nur Bey ve 78 arkadaşının imzasıyla birlikte bir önerge verilmiştir. Önerge de; “Sinop Mebusu Dr. Rıza Nur Bey’le 78 arkadaşının, Osmanlı İmparatorluğu’nun münkariz olduğuna ve yeni Türkiye Hükümeti’nin onun vârisi bulunduğuna ve Makamı Hilâfetin esaretten kurtulacağına dair” ibare vardır. Yapılan oylama sonucu 132 kabul, 2 red, 2 çekimser oy çıkmasına karşın 161 olan görüşme yeter sayısına ulaşılamadığı için toplantının 1 Kasım 1922’ye bırakılmasına karar verilmiştir. 1 Kasım 1922’de yapılan oturumda, önceki oturumda gelen eleştiriler de dikkate alınarak Hüseyin Avni Bey ve 24 arkadaşı tarafından teklifin hilafetle ilgili değişiklik getiren aşağıdaki 2 maddelik teklifi vermişlerdir. Bu değişikliklerden sonra oylamaya geçilmiştir. Oylama süresince Ziya Hurşit ısrarla söz istemiş, Meclis Reisi’ne hitaben “Efendim, söz söylenmeden takrirler nasıl müzakere olunur?” diyerek itiraz etmiştir. Reisin “Oturun yerinize.” demesi üzerine “Müsaade buyurunuz söz söyletmiyorsunuz. Bir kişinin söz almasıyla olmaz.” diyerek reise seslenmiştir. Görüşmelerin devamında Ziya Hurşit; “Reis Bey bu gayet mühim olan mesele hakkında söz verilmezse yüz kere encümene, Gruba gidip gelecek…” demiştir. Reisin yine söz vermemesi üzerine “Bu mesele hakkında söz isterim. Takrirde benim de imzam vardır.” diyerek itirazlarını sürdürmüştür. Meclis Reisi’nin oylama sonucunda “Üç encümenin müttefikan ihzar ettikleri beyanname ve mevaddı kabul buyuranlar lütfen ellerini kaldırsın. Efendim müttefikan kabul edilmiştir, yani oy birliği ile kabul edilmiştir. beyanı üzerine Ziya Hurşit “Ben muhalifim. Binaenaleyh ittifakla değil, ekseriyetle kabul edilmiştir.” demesiyle tek muhalif olarak kayıtlardaki yerini almıştır. “O gün toplantı salonunun başkanlık makamına göre sağ yanına düşen dinleyici locasının merdivenin yanındaki direğin dibinde ve her zamanki gibi ayakta yer aldım” diyen Hıfzı Veldet Velidedeoğlu saltanatın kaldırılmasını şöyle anlatıyor:

“İki nokta hiç belleğimden çıkmaz, Birisi başkanın ‘Oybirliği ile kabul edilmiştir’ sözüne karşı, Rize Milletvekili Ziya Hurşit’in ‘Ben muhalifim, oy birliğiyle değil, çoğunlukla kabul edilmiştir’ diye bağırmasıdır. Unutamadığım ikinci nokta ise, bu kararın verildiği akşamın 12 Rebiyülevvel gününe rastlaması, yani Peygamberin doğum günü olmasıdır. Bu sebeple Başvekil Rauf (Orbay) kürsüye gelerek bu kutsal günü hatırlattı ve o gece ile ertesi günün bayram olması ve kürsüde bir dua okunmasını önerdi. Bu öneri alkışlarla kabul edildi. İşte 650 yıllık bir saltanat gözlerimin önünde böylece sona erdi.”

Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey’in Kaybolması ve Öldürülmesi Osmanlı Devleti adına Amerika’da görev yapan ve İkinci Grub’un önde gelenlerinden olan Trabzon mebusu, emekli deniz binbaşısı, Ali Şükrü Bey’in 27 Mart 1923’de aniden ortadan kaybolması ve iki gün boyunca haber alınamaması üzerine, 29 Mart 1923’te Meclis’te bununla ilgili bir müzakere açılmıştır. Ziya Hurşit’te yaptığı konuşmada Ali Şükrü Bey’in bulunamaması nedeniyle İcra vekili Reisi (Hükümet Reisi) Hüseyin Rauf (Orbay)’ı suçlamış ve meclis kürsüsünden birbirlerine sataşmışlardır. Ziya Hurşit konuşmasında:

“İcra Vekilleri Reisi Beyefendinin beyanatını kâğıt üzerinde okuyacak olursak görürüz ki pek büyük bir kıymeti vardır. Fakat hepimiz tarih okuduk. Birçok şeyler olur, birçok vukuat olur. Bütün Reis kârda bulunan hükümetlerden daima böyle beylik sözler işitildiğini biliyoruz. Fransız Meclisi’nde böyle söylendi. Kont Rostor katlolunduğu zaman Avusturya Reisi Hükümeti böyle söyledi, tabiî böyle söylenir. Tabiî Hükümet Reisi’nden burada bundan başka bir söz sudur edeceğine intizar edilmezdi. İnsan ne kadar ahmak ve akılsız olmalıdır ki, böyle bir şey söylesin, tabiî öyle söyliyecekti. Hükümet Reisi Beyefendi söylenmesi lâzım gelen klişeyi burada söylediler.”

diyerek özetle Trabzon da daha önce meydana gelen Yahya Kahya olayından bahsetmiş ve onlarında faillerinin bulunamadığını şu sözlerle ifade etmiştir.

Rauf Beyefendi o zaman da Hükümet Reisi idi. Katillerin bulunacağını vaat etti, hala vaadini bekliyoruz ve bekleyeceğiz.

Daha sonra söz alan Hüseyin Rauf (Orbay)’da Ziya Hurşit’e Trabzon’daki olay için:

Meclisi Âliniz kuvvei icraiyesine istinaden bir Heyeti Tahkikiye izam etti” demesi üzerine Ziya Hurşit meclis sırasından “Salahiyetsiz bir Heyeti Tahkikiye.

diye seslenmiş ve “Trabzon’da öğrendik ne kadar salâhiyeti olduğunu” demiş ve tartışmaları kısa bir süre daha devam etmiştir. Ali Şükrü Bey’in cesedi Çankaya’ya birkaç kilometre mesafede Mühye Köyü’nde ıssız bir yere gömülü olarak bulunmuştur. Ceset yerinin bulunmasına gömü yerinde büyük sineklerin uçuşmalarının görülmesinin etkili olduğu söylense de, Osman Ağa’nın adamı olan iki laz kardeşin, cesedin olduğu yeri jandarmaya ihbar ettiği daha gerçekçidir. Daha sonra yapılan tahkikatta cinayeti işleyenin Topal Osman Ağa olduğu anlaşılmış ve Topal Osman Ağa öldürülmüştür. Van Mebusu Haydar Bey’le arkadaşları meclise Topal Osman’ın cesedinin meclis kapısı önünde teşhir edilmesi için bir takrir vermişler ve bu teklif oy birliğiyle kabul edilmiştir. Ziya Hurşit’te Topal Osman’ın arkadaşlarından Muhafız Bölüğü Kumandanı Mustafa Kaptan’ın rütbesinin düşürülmesi ve hapishaneye nakledilmesine dair takrir vermiş ve bununla ilgili de tartışmalar yaşanmıştır. Ziya Hurşit’in “zapta geçmesi kafidir” sözüne karşın Meclis Reisi bu meselenin adli bir mesele olduğunu ve devletin diğer kurullarının karar vereceğini söylemiştir.Ali Şükrü Bey’in ölümünden sonra Ziya Hurşit meclisten üç ay süreyle izin almıştır.Ali Şükrü Bey’in cenazesi al bayrağa sarılmış bir otomobille Ankara Mebusu Hacı Mustafa Efendi’nin ettiği dualar eşliğinde önce arabayla Kastamonu’nun İnebolu ilçesine oradan da vapurla Trabzon’a gönderilmiştir. Cenazeye Ziya Hurşit, Abidin, Nebizade, Ahmet Hamdi Beylerde eşlik etmişlerdir. Ziya Hurşid, Ali Şükrü Bey’in cenazesiyle meclisten “arz-ı veda” ederken, Hüseyin Avni Bey’de, Ziya Hurşit’e “hemşerilerime selam et!…” diye seslenerek cenazeyi yolcu etmiştir. Ali Şükrü Bey’in mezarının üstüne hanımının verdiği çiçek demetini Ziya Hurşit koymuştur. İzmir Suikastı Mustafa Kemal 7 Mayıs 1926’da geniş bir yurt gezisine çıktı.Konya’ya uğradıktan sonra 10 Mayıs’ta Mersin’e vardı. Mersin bölgesindeki ziyaretinden sonra Bursa’ya gelen Mustafa Kemal, 14 Haziran’a kadar burada kalacaktı. Bu süre içinde Mustafa Kemal Paşa’nın gezisi pek hoş geçmedi. Reformların uygulanmasında, özellikle şapka kanununda İstiklal Mahkemeleri’nin verdiği kararlar halkın tepkisini çekiyordu.Halkta zaten genel bir huzursuzluk vardı. Reformlar ve ekonomik durumdaki bozukluk nedeniyle bazı protesto gösterileri yapılıyordu.Ayrıca, 5 Haziran’da imzalanan Ankara antlaşmasıyla Musul meselesi İngiltere’nin lehine çözülüyor ve Irak’a bırakılıyordu. Lozan’da Musul meselesi görüşülürken mecliste en büyük tepkiyi, Topal Osman tarafından öldürülen Ali Şükrü Bey ile Mustafa Kemal’e suikast planının baş faili, “Kimse sözümüzü kesemez sonuna kadar konuşacağız” diyen Ziya Hurşit göstermişti. Yükselen muhalefet iktidar açısından bir tehlike arz ediyor ve bazı grup ve kişilerde oluşturduğu birikim, her an patlama eğilimi içinde bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşa, Bursa’dan sonra 15 Haziran’da Balıkesir üzerinden İzmir’e gelmeyi planlanmıştı.Ancak yola çıkışını beklenmedik şekilde 1 gün erteledi. Mustafa Kemal Paşa’nın bu kararı herkesi şaşırtacaktı.  15 Haziran’da Giritli Şevki isimli bir kişi İzmir Valiliği’ne ihbarda bulundu. İzmir Valisi Kazım (Dirik) Paşa;Mustafa Kemal Paşa’ya “15 Haziran’da bir suikast girişimi olduğunu ve İzmir’e hareketlerinin ertelenmesi” gerektiğini söyledi. Kazım Dirik’in Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafı bulamadık. Bu sebeple 15 Haziran olarak verilen tarihin doğruluğundan emin değiliz. Bu tarih bazı kaynaklarda 17 Haziran olarak verilmektedir.Fakat Giritli Şevki’nin Kazım Dirik’e verdiği ihbar mektubunun tarihi, elimizde bulunan belgeye göre 15 Haziran’dır. Dolayısıyla 17 Haziran tarihi doğru değildir. Bu veya buna benzer bir telgraf ihbar mektubundan önce Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir gezisini ertelemeden.çekildiyse; bu bize suikast planının daha evvel devlet erkanınca bilindiğini gösterecektir. Ama elimizde bu kanaati doğrulayacak bir belge yoktur. Giritli Şevki’nin Kazım Dirik’e verdiği ihbar mektubunun orijinali şöyleydi:

Gazi Paşa Hazretleri’ne Bendeniz Yunan Harbi’nde Sarı Efe Edip Bey’in arkadaşı idim. Dün akşam haber gönderdi. Bir yere gittim. Orada tanıdığım Hilmi isminde bir zabit ile hiç tanımadığım sonradan anladığım sabık Lazistan Mebusu Ziya Bey isminde birisi vardı ve size suikast edecekleri ve onlara muavenet etmekliğimi teklif ettiler. Bendeniz hemen orada işlerini bitirmek şiddetle fikrimden geçse de daha evvel halaskarımıza haber vermek daha iyi olacağını hissettim ve muavenet edeceğimi söyledim ve bütün plan ve arkadaşlarını anladıktan sonra ayrıldık. Buranın zabıtasına emin olmadığım için doğrudan doğruya zat-ı alinize haber veriyorum. Planlarını anlatmak için yazım az olduğundan emir buyuracağınız zata şifahi anlatmaya hazır olduğumu arz ile hürmet eylerim.

Giritli Şevki 15 Haziran 1926

 

Giritli Şevki’nin verdiği mektup da sadece Ziya Hurşit’in ismi vardı. Buna rağmen Giritli Şevki’nin verdiği bilgilerle öteki suikastçılar de İzmir’de çeşitli otellerde ele geçirildiler. Suikast planının sorumlusu olarak sabık Lazistan Mebusu Ziya Hurşit idaresindeki Çopur Hilmi, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf aynı gün yakalandı. Yine yakalananların verdiği ifadelerle Ankara ve İstanbul’da suikast planı ile alakası olanların yakalanmalarına başlanacaktı. Tutuklananların her biri İzmir Polis Müdüriyeti’nde ayrı bir odaya yerleştirildi. Suikast planı ilk başta Balıkesir’de bulunan Mustafa Kemal Paşa’ya haber verildi ve diğer kimselerden gizli tutuldu. Başvekil İsmet Paşa, Dahiliye Vekili Recep Bey, İstanbul Valisi Süleyman Sami Efendi ve Polis Müdürü Alim Bey bu olaydan, kendilerine 16 Haziran’da çekilen telgrafla haberdar oldular. Giritli Şevki, yukarıda ismi geçen kişilerin suikasttan sonra teknesiyle Yunanistan’ın Sakız Adası’na kaçırılmasından sorumluydu. Ancak Mustafa Kemal’in İzmir’e varışının beklenmedik şekilde bir gün gecikmesi ve kendisini Ziya Hurşit ve diğerleriyle tanıştıran Sarı Efe Edip’in ortadan kaybolması nedeniyle suikast planının anlaşılmış olduğundan korkarak Vali Kazım Dirik’e bahsettiğimiz mektubu vermiştir.Ali Fuat Paşa bu durumu farklı yorumlamaktadır: “Giritli Şevki’yi suikastçılarla tanıştıran ve ortadan kaybolarak suikastı ihbar etmesine neden olan Sarı Efe Edip daha önce hükümet ajanı olarak çalışmıştı ve yine bu durumundan şüphelenilebilirdi.” Buna rağmen suikast planından sonra idam edilmesinin sebebini ise “bu hizmet esnasında ya yanlış bir hareketine, yahut başka bir sebebe bağlanabilir” diyerek yanıtlıyordu.

Eğer bu iddiası doğru ise Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’e gelişini neden bir gün ertelediğini anlayabiliriz. Gaffarzade Oteli’nde kalan Ziya Hurşit ihbardan sonra gece yarısı uyku halindeyken gözaltına alındı. Herhangi bir mukavemette bulunmadan silahları ve bombaları kendi eliyle teslim ederken başka bir otelde de Laz İsmail, Çopur Hilmi ve Gürcü Yusuf yakalanıyor ve ifadeleri alınmak üzere polis müdürlüğüne getiriliyordu. Ziya Hurşit 16 Haziran’da verdiği ilk ifadede; “İzmir’e iş aramaya geldiğini, Giritli Şevki Bey’in evine gittiğini, Laz İsmail’i askerden tanıdığını, Karşıyaka Kulübü’nde Kilisli Rasih Bey ile İzmir Milli Eğitim Müdürü Saruhan Mebusu Abidin Bey ile görüştüğünü söyledi. Kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmeyip suikastı inkar etti.”Ziya Hurşit 16 Haziran’daki ifadesinde suikastı inkar etmesine karşın, Feridun Kandemir “İzmir Suikastı’nın İç Yüzü” adlı eserinde bu ifadeden bahsetmeyip Ziya Hurşit için “odasında bulunan silah ve bombaları iade etmiştir” demesi kaynakların doğruluğu noktasında bir kafa karışıklığına sebep olmaktadır. Bir başka hususta Ziya Hurşit’le Mustafa Kemal Paşa arasındaki görüşmededir. Şöyle ki; Feridun Kandemir hiçbir kaynak göstermeden olayı şöyle nakleder: 16 Haziran’da İzmir’e gelen Mustafa Kemal Paşa Ziya Hurşit’le görüşmek ister ve ona şu soruyu sorar: “Ziya Hurşit! Seninle uzun zaman arkadaşlık ettik, bir gaye uğruna çalıştık. Nedir bu suikast? Hem şebekenin ele başısı, ruhu imişsiniz öyle mi?” Bu soruya Ziya Hurşit; “Öyle doğrudur, suikast yapmaya geldim ama fikirde kaldı.” diye cevap vermiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın “Sizden bunu beklemezdim.” sözleri üzerine Ziya Hurşit “Hayat beklenmedik şeylerle doludur Paşam. Ne yapayım ki, karşınızda bu vaziyette, suçlu olarak bulunuyorum. Ne diyebilirim?” diye cevap vermiştir. Aynı görüşmeyi hatıratında anlatan Kılıç Ali, Mustafa Kemal Paşa’nın “Bu kadar ileri gitmenin sebebi neydi, nedir bu suikast” sorusuna, Ziya Hurşit’in karşılık olarak hiçbir cevap vermediğini yazmaktadır.Bu da kaynaklardaki başka bir çelişkidir. Ayrıca 16 Haziran’da Ankara’da bulunan Kılıç Ali’nin ve gazeteci Feridun Kandemir’in İzmir’de gerçekleşen bu görüşmeye şahitlik etmesi mümkün değildir. Kanaatimizce her iki yazar da başkalarından dinlediklerini nakletmektedir. Ziya Hurşit ile Mustafa Kemal Paşa arasında gerçekleştiği iddia edilen bu konuşma ile ilgili elimizde güvenilir bir belge bulunmamaktadır. 16 Haziran’da alınan bu ifadeler, 17 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hayati, Seryaver Binbaşı Nasuhi, Başkatip Tevfik Bey, İzmir Valisi Kazım Paşa’nın imzasıyla Mustafa Kemal Paşa’ya gönderildi. Kandemir’e göre 16 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa Ziya Hurşit’le yukarıda yazdığımız görüşmeyi gerçekleştirdikten sonra 17 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa’yla tekrar görüşüyor. Kandemir bu görüşmenin sabah olduğunu söylemekte.Elimizdeki belgeye göre bu görüşme saat 19.00’da gerçekleşiyor. Ziya Hurşit burada, Mustafa Kemal Paşa’ya:

“Dün eski arkadaşlığımızdan bahsetmeniz beni müteessir ettiği için her şeyi açık söyleyeceğim. Ben teceddüd (yenilik) ve cumhuriyet aleyhtarı değilim. Yalnız vatanperverliğin bazı şahıslara istishar (uygun) ettirilmesine karşıyım. Ben yabana atılacak bir kimse değilim. Evet suikastı biz yani ben İzmit Mebusu Şükrü Bey Abdulkadir’le tertip ettik. Şükrü Bey’in evinde toplandık. Laz İsmail ve Yusuf masumdurlar. İsteyerek yapmıyorlardı. Onlar bize cürm yapmayız, paralı iş varsa varız, yapalım diyorlardı. Geçen kış filhakika (doğrudur) Ankara’ya gittim. Biraderim Faik Bey muamenet etti ve bizi İstanbul’a iade etti. Kazım Karabekir, Refet ve Rauf’la aram iyi değildir. Hafız Mehmet, Çolak Selahattin, Canik Emin vesairenin müdahili ve iştirakleri yoktur, korkarlar.”

Mustafa Kemal Paşa Ziya Hurşit’le bu görüşmesini, Başvekil İsmet Paşa, Dahiliye Vekili Recep Bey ve İstanbul Valisi Süleyman Sami’ye şu telgrafla bildirmiştir: “Ziya Hurşit’in bu gün benimle ikinci defa görüşmek istedi, kabul ettim. Suikastı İzmit Mebusu Şükrü ve esbak Ankara Valisi Abdulkadir beylerle birlikte tertip ettiklerini itiraf etti. Abdulkadir Bey’i tevkif ediniz. Mumaileyhimin (adımın) gizlenmesi muhakkaktır. Dikkatli tedbir ve tertip alınmalıdır. Kendisiyle alakadar olanların mevcudiyeti muhakkaktır. Bu suretde nazarı dikkatte bulundurulmalıdır.” diyecekti. Ama Ziya Hurşit’in ismini verdiği Şükrü Bey idam sehpasında bile bu iddiaları asla kabul etmeyecekti.

İdama Giden Süreç 11 Temmuz 1926’da müddeiumumi (Savcı) Denizli Mebusu Necip Ali Küçüka talepnamesini okudu. Ziya Hurşit Dahil 12 kişinin idamını istedi. Savcının talebini açıklamasından sonra 12 Temmuz’da sanıkların müdafaasına geçildi. Müdafaasını ilk olarak yapan Ziya Hurşit şunları söyledi:

Ben, müdafaaname mahiyetinde bir şey yazmadım. Şifahen söyleyeceğim. Müddei Umumi Bey, bir seneden beri suikast fikrini kafaya yerleştirmiş olduğumu iddia ediyor. Bunu inkar etmiyorum. Doğrudur. Fakat aynı müddei Umumi Bey bir taraftan da bu suikast düşkünlüğünü bir sabit fikir haline koymuş olduğumu söylüyor; işte benim müdafaam da bu noktadadır: Ben Teşkilat-ı Esasiye kanununu tağyir veya tadile teşebbüs etmedim. Büyük Millet Meclisi’ni vazifelerini ifadan menetmek da hatırımdan geçmemiştir. Yalnız suikast yapacaktım. Muhakemem esnasında da bunun sabit olduğunu gördünüz, şu halde Müddei Umumi Bey’in hakkımda tatbikini istediği madde beni ilgilendirmez. Bu madde bana tatbik edilemez. Çünkü tekrar edeyim ben, ne icra vekili heyetini devirmeği, ne de teşkilatı esasiye kanununun tadilini falan istemedim. Kimseyi silahlı isyana davet etmedim. Bu sebeple beni ancak tevkif edildiğim zaman geçerli olan 46. maddeye göre cezalandırabilirsiniz. O da şudur: Suikast fikri gerçekleşmemişse kanunun sarahati olmayan yerlerde cinayet kabul edecek cürmü, bir seneden eksik olmamak üzere kalebentliğe tahvil olunur. Ben suikastı yani cürmü yaptıktan sonra hükümeti devirmek, meclisi vazifeden men etmek isteseydim, memleketten bir tarafa ayrılmaz burada kalırdım. Halbuki siz de anladınız ben Sakız’a kaçacaktım. Hülasa: Kanun açıktır. Kanunun açık olarak cezalandırdığı fiillerden başka hiçbir surette ceza verilemez.”

Ziya Hurşit’ten sonra diğer sanıklar müdafaalarını yaptılar. 13 Temmuz 1926 Salı günü Ceza Kanunu’nun 55. maddesi gereği; “Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu tamamen ya da kısmen bozmak ve değiştirmek veya kaldırmak ve adı geçen yasaya dayanılarak kurulmuş bulunan Büyük Millet Meclisi’ni düşürmek ya da kaldırmaya ve görevini yapmasına engel olmaya zor kullanarak girişenler idam olunur” hükmü ile Ziya Hurşit idama mahkum ediliyordu

İdamın Gerçekleştirilmesi Diğer sanıkların idamı gerçekleştirildikten sonra en son Ziya Hurşit’in idamına geçildi. Ziya Hurşit o esnada hücresinde uyumaktaydı. Uyandırıldığında karşısındakilere soğukkanlı bir şekilde gülümseyerek “Ne var” diye sordu. “Hakkınızdaki karar tebliğ olunacak, sizi bekliyorlar.” Ziya Hurşit “Ya” çekerek giyinmeye başladı ve “Demek mahkemeye gideceğiz? Fakat mahkeme heyeti böyle erken saatte kararını tefhim etmek için neden zahmet etmiş. Mamafi ortalıkta aydınlanmış.” İdam hükümlerinin sabaha karşı infaz edildiğini bilen Ziya Hurşit kendisinden evvel 12 kişinin idam edildiğini bilmediğinden vaktin bu kadar gecikmiş olduğunu anlamlandıramıyordu. Dışarı çıkarken bileklerine kelepçeler geçirilince, şüphesi kalmadı. “Şimdi anladım. Daha evvel de aklıma gelmedi değil. Fakat bir an için hakikaten mahkemeye sevk edileceğimi sanmıştım.” dedi. Müdüriyet odasında karar yüzüne okundu. Karar bitince “İdama mahkum edilen daha kimler var?” diye sordu. “12 kişi olduğunu ve hepsinin infaz edildiği cevabını alınca”; “Galiba bazıları idamı hak etmiş değildi. Herhalde bir yanlışlık olmalı”dedi ve “En sonraya biz mi kaldık, desene ki bu işte bile yaya kaldık… Hey gidi talih hey! Ölümde bile geç kalıyoruz.” diyerek espri yapacaktı. Sonra ayağa kalkmış, cebindeki iki yüz lirayı hapishane müdürüne vererek: “Bunu Ağabeyim Faik’e verin. Kabrime şerefime layık bir mezar taşı diktirsin. Vasiyetim bu. Nuri Bey vasiyetimi yerine getirmezsen bak karışmam yarın öbür dünyada iki elim yakandadır. Sana da orada suikast yaparım, hem de elimden kurtulamazsın…” Biraz sonra beyaz gömleği giyerek; “Beyaz da bana çok yakışır… Vatandaşımın karşısına böyle temiz bir kıyafetle çıkmak çok iyi bir şey. Yalnız traş olamadım.” dedi. Yolda giderken asılmış arkadaşlarını görünce, hepsine bir isim takıyor ve hepsini bir şeye benzetiyordu. İsmail Canbolat için “Lüks Lambası” demişti. Tam suikast yapmayı kararlaştırdığı yerde, Kemeraltı Cami’nin köşesindeki can vereceği sehpaya geldiğinde; “Ne de mükemmel şey! İyi bir salıncağa benziyor. Hem oraya asılınca diğer insanlardan da daha yüksek olacağım değil mi” dedi.“En son gelir bezmi ekabir derler ya… Ben de sonuncu asılan mıyım?” Cevap alamayınca, sesini yükselterek: “Ben zaten başka bir şey beklemiyordum. Sizin elinizden yalnız bu gelir. Ama bu da bir zevk. Hürriyetsiz bir memlekette yaşamaktansa, namusuyla ölmek daha hayırlıdır. Zahmet buyurmayın, ben işimi kendim görürüm…” der ve sehpaya bakarak: “Ne mükemmel şey! Salıncağa da benziyor. Yüksekliğine de diyecek yok, yerde kalan insanlara yüksekten bakacağım… İstediğim de buydu” derken etrafındaki insanlardan birine gözünü dikerek: “Kılıç Ali mi o? Nerede bakayım? deyince, celladın anlattığına göre Kılıç Ali de görünmemek için çömelivermişti. Ziya Hurşit daha sonra cellata dönerek: “Beni kim asacak”, cellat Ali cevap verdi; “Ben asacağım efendim”, “İpi iyi hazırladın mı, sakın ben asılırken düğüm filan olmasın?”, “Hayır merak etmeyiniz, bir şey olmaz.”, “Teşekkür ederim. Sen işinin ehli bir adama benziyorsun. Öyle kimseleri takdir ederim. İp sağlam değil mi? Kopmaz ya…”, “Kopmaz efendim, sizden daha ağır arkadaşlarınızı da çeken aynı iptir, merak buyurmayınız.”, “Oh oh çok güzel, çok güzel. Fakat şu ipin sağlamlığını bir defa da kendim kontrol etmek isterim.” İşini bir an evvel bitirmek isteyen cellat Ali telaşla: “Aman beyim vakit geçiyor çabuk ol…” deyişine gülen Ziya Hurşit: “Canım ne acele ediyorsunuz? Ne telaş ediyorsunuz? Ölecek olan ben değil miyim? Tabii rahat rahat ölmek isterim” dedi. Sonra cellata; “Göreyim seni vazifeni hakkıyla yap bize eziyet çektirme! Beş dakika sonra öbür tarafta, soyuna sopuna kavuşacağım. Mektubun falan varsa ver de götüreyim… Haydi Allaha ısmarladık” demiş ve Polis müdürü Azmi Bey’in: “Uğurlar olsun!…” cevabına gülümseyerek 25 yaşında iken can vermiştir

Sabaha doğru bütün mahkumların asılması tamamlanmıştı. Asılanların göğüslerine birbirlerine benzeyen iri harflerle yazılmış idam hükümleri iliştirilmişti. Ziya Hurşit’in üzerine yapıştırılan yafta da şunlar yazıyordu: “Türk, vatan ve namusunu kurtaran Aziz Reisicumhur Hazretleri’ne suikast icra (gerçekleştirerek) ve heyeti Vekiliyeyi iskat ve taklibi hükümet edeceği (düşürerek değişik hükümet kuracakları) bir anda derdest edilip bilmuhakeme (yakalanıp mahkeme edildikten sonra), cürmiyeti sabit olan ve Kanun-u Ceza’nın 53. maddesi delaletiyle 57. maddesinin fıkra-i mahsusuna tevfikan (uyularak) salben idamına karar verilen Rize Mebusu Ziya Hurşit…” Diğer sanıklarla birlikte asılanlar, saat 10.00’a kadar sephalarda bırakılarak oraya gelen insanlara teşhir edilmişler, saat 10.00’dan sonra arabalara yüklenen cesetler, önce karantinadaki merkez hastanesine götürülüp üzerlerindeki eşya alınmışve oradan Kadifekale civarındaki Kokluca Mezarlığı’na sevk edilerek gömülmüşlerdir. Ziya Hurşit’in en büyük ağabeyi Ahmet Faik Hurşit Günday, Giritli Şevki’nin ihbarından sonra göz altına alınmasına rağmen mahkeme safhasından sonra serbest bırakılmış ve herhangi bir ceza almamıştır. 1967 yılında da vefat etmiştir. Ziya Hurşit’in ailesi günümüzde de devlet kademelerinde önemli görevler almıştır. Ziya Hurşit’in diğer abisi, Fazıl Hurşit Günday’dır. Fazıl Hurşit Günday’ın oğlu Sebahattin Günday ise 1965-1973 tarihleri arasında Eskişehir Belediye Başkanlığı yapmış ve 1973’te ölmüştür. Fazıl Hurşit Bey’in diğer oğlu Orhan Günday halen hayattadır. Öğrenciliği esnasında Paris ataşeliğinde çalışan Orhan Günday, Üsküdar ve Beşiktaş Belediye Başkanlıkları da yapmıştır. Ailenin günümüzde bilinen ve tanınan isimlerinden birisi de ünlü roman yazarı ve senarist Hakan Günday’dır.

Sonuç Bu çalışma ile alınan sonuçlar şöyledir:

– Ziya Hurşit’in yaşı ile ilgili olan tartışmalar giderilmiş, o dönemin tanıkları ve gazete haberleriyle, milletvekili seçilmesi için yaşının 10 yaş büyütüldüğü tespit edilmiştir.

– İzmir suikastı ile ilgili kafalarda oluşmuş olan komplo iddiaları giderilmiştir. Suikastın gerçek olduğu, suikasta teşebbüs edildiği, ancak planın tam uygulanmadan, Giritli Şevki’nin ihbarı üzerine Ziya Hurşit’in otel odasında yakalanmasıyla son bulması tarihi belgeler ışığında açığa kavuşturulmuştur.

– İzmir suikastının birinci derece zanlısı Ziya Hurşit’in bu suikastı gerçekleştirmek için birtakım sebepler ortaya koyduğu görülmüştür. Bunlar şahsi meseleler, siyasetin dışında kalmak ve muhalefetin susturulması olarak sıralanabilir.

– Kaynaklarda Giritli Şevki’nin suikastı ihbar eden İzmir Valiliği’ne verdiği mektubun tarihi hakkında var olan karmaşa giderilerek bu mektubun 15 Haziran da verdiği kesinleştirilmiştir.

– Yine literatürde Ziya Hurşit’in tutuklanmasıyla beraber suçunu itiraf ettiğine dair iddiaların gerçeği yansıtmadığı aksine ilk ifadesinde suikast teşebbüsünü reddettiği, daha sonraki ifadesinde suçunu kabul ettiği ortaya konmuştur.

kaynak:Muzaffer YARDIMCI

BİR SUİKASTÇİNİN PORTRESİ: ZİYA HURŞİT