Eyüp Sultan Camii

Eyüp Sultan Camii ve etrafındaki medrese, aşhane-imaret, hamamla türbeden oluşan külliye Fâtih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethinin hemen arkasından yaptırılmıştır.  (1489-1490) tarihli muhasebe defteriyle aslının kaybolması üzerine  (1582) III. Murad zamanında yeniden yazılan vakfiyesi cami ve külliyeye dair etraflı bilgi verir. Buna göre Eyüp semtinin bütünü ile çevresinde pek çok mülkten başka Eğrikapı’dan Müderris köyüne, oradan da Germe su kemerine, Ali Bey köyünden (Alibeyköy) Haliç boyunca uzanan hattı takip ederek tekrar Eğrikapı’ya ulaşan çok geniş bir arazinin tamamı külliyenin evkafındandır. Ayrıca Rumeli’de Edirne, Kızılağaç, Filibe, Vize, Keşan, Silistre gibi yerlerde, Anadolu’da ise Mihalıç, Koçaç, Gediz, Bayındır, Bursa, İznik, Ulubat, Karacabey, Hereke çevrelerinde pek çok köy de külliyeye vakfedilmiştir. Vakfiye, külliyede görevlendirilen çeşitli hizmetlilerin gündelik ödenekleri hakkında bilgi verdiğinden cami, medrese, imaret ve türbenin kadroları da öğrenilmektedir. Ayrıca Eyüp Sultan Camii ve Türbesi’ne bütün Osmanlı tarihi boyunca mübarek gün ve gecelerde mevlid okunması için pek çok vakıflar yapılmış olduğu da Hadîkatü’l-cevâmi‘de kaydedilmektedir.

Cami. Evliya Çelebi caminin kısaca tarifini yapar: “Leb-i deryâya karib âsitâne-i Ensârî de düz bir zeminde bina edilmiştir, bir kubbelidir. Mihrap tarafında yarım kubbesi daha vardır, lâkin o kadar yüksek değildir. Caminin içinde amud yoktur. Orta kubbe etrafında metin kemerler vardır. Mihrabı ve minberi musanna‘ değildir. Hünkâr mahfili sağ taraftadır. İki kapılı, biri sağ cânibde yan kapısı, diğeri kıble kapısıdır… Sağ ve solda iki minaresi vardır. Haremin iç tarafı hücrelerle müzeyyendir. Ortasında cemaat maksûresi vardır. Bu maksûre ile kabr-i Ebû Eyyûb arasında âsumana ser çekmiş iki çınar vardır ki cemaat, sayesinde ibadet ederler. Bu haremin de iki kapısı var, garp kapısında taşrada büyük bir harem daha vardır, içinde dut vesair ağaçlarla yedi adet büyük çınar vardır.”

Caminin yapımı için Evliya Çelebi’nin verdiği tarih  (1537-38) gerçeğe uymaz. Hüseyin Ayvansarâyî ise bu hususta daha sarihtir. Ona göre cami  (1458-59) yılında yapılmış olup bunu açıkça belirten dört mısralık kitâbe cümle kapısı üstündedir. Yine Hadîkatü’l-cevâmi‘de bildirildiğine göre iç avludaki şadırvan havuzu Çandarlı İbrâhim Paşa’ya aittir. Ünlü Başdefterdar Ekmekçizâde Ahmed Paşa 1000 (1591-92) yılında musallâ önünde bir ek bina inşa ettirmiştir. “Zamîme” olarak belirtilen bu binanın ne işe yaradığı ve yeri bilinmemektedir. “Müvâcehe penceresi” ise I. Ahmed tarafından açtırılmıştır. Harem avlusunda şadırvanın üstündeki yüksek kasır Sadrazam Sinan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu zat eğer Koca Sinan Paşa ise kasır XVI. yüzyıl sonunda yapılmış demektir. Türbenin kapısı bitişiğinde II. Osman’ın (1618-1622) annesi Mâhfirûz Hatice Sultan bir cüzhâne inşa ettirmiştir. III. Ahmed döneminde  (1723-24) mahya kurulabilmesi için minareler yükseltilmiş, aynı zamanda türbenin tamiri ve gümüş parmaklık takılması sadrazam Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa tarafından  (1724-25) gerçekleştirilmiştir. “Mezârın eyledi tezyîn Ebû Eyyûb’un İbrâhîm / Ebû Eyyûb’u İbrâhîm Pâşâ eyledi tezyîn” (1137) mısraları bunu ifade eder. Kızlarağası Hacı Beşir Ağa da  (1732-33) iki mahfil yaptırmıştır. Bunların medrese odalarının üstünde olduğu tahmin edilmektedir.

Caminin 1766 zelzelesinde büyük ölçüde zarar gördüğü ve 1776’da Sadrazam Derviş Mehmed Paşa tarafından tamir edildiği bilinmekteyse de bunun binayı kurtarmaya yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Evvelce caminin içinde muhafaza edilirken 1956 yılındaki tamir sırasında ortadan kaybolan ve Ekrem Hakkı Ayverdi’de bir sureti bulunan Rûznâme’de bildirildiğine göre, caminin büyük ölçüde tamir edilmesinin kararlaştırılması üzerine  (30 Mart 1798) ilk hazırlıklara girişilerek dört gün sonra tamire başlanmışken binanın tamir kabul etmez durumda olduğu anlaşıldığından çalışmalar durdurulmuş ve kırk üç gün boyunca öylece bırakılmıştır. Mimarların bu arada yaptıkları keşiflere göre caminin temeline kadar yıkılıp yeniden inşasından başka çare görülmediği için (19 Mayıs 1798) tarihinde yıkıma başlanmış, (10 Temmuz 1798) temele kadar inilmiştir. Rûznâme bütün inşaat safhalarını çok ayrıntılı olarak günleriyle bildirir. Yeniden yapılan cami (7 Temmuz 1800) tarihinde tamamlanmış, bu arada türbe de tamir edilmiş ve  (25 Ekim 1800) günü selâmlık töreni yapılarak yeni cami resmen açılmıştır. Hadîkatü’l-cevâmi‘de bina emini Uzun Hüseyin Efendi’nin idaresinde yapılan çalışmaların yirmi sekiz ay sürdüğü, eski camiden yalnız minarelerin kaldığı, avluda şadırvan üstündeki Sinan Paşa Köşkü’nün, iki yanlarda Kızlarağası Beşir Ağa’nın mahfilleriyle iki taraftan beşer medrese odasının da bu sırada yıkıldığı bildirilir. Avlu dışında imam, türbedar ve mütevelli için dört oda ile bir muvakkithâne ve hünkâr mahfilinin yolu da bu sırada yapılmıştır.  (13 Temmuz 1823) düşen bir yıldırım Haliç tarafındaki minarenin üst şerefesine kadar çatlamasına sebep olmuş ve derhal tamir edilmiştir. Eyüp Sultan Camii’nin son tamiri, dönemin başbakanı Adnan Menderes’in özel tâlimatı ile Vakıflar İdaresi tarafından 1956-1958 yılları arasında gerçekleştirilmiştir.

Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından tesbit edildiğine göre Eyüp Sultan Camii ilk yapıldığında, iki tarafında önleri revaklı medrese odaları olan bir avluyu takip ediyordu. Bu avlunun içinde türbe de bulunuyordu. Her bir tarafta sekizerden on altı hücreli olan medrese revakları da kubbeli idi. Medrese revakının devamı durumunda olan son cemaat yeri revakı dört sütunlu ve beş kubbeli olmalıdır. Ayverdi’ye göre cami dikdörtgen biçimde olup ortada bir kubbe, yanlarda ise yarım kubbelerle örtülmüştü. Kıble duvarından dışarıya taşan bir çıkıntı içine yerleştirilmiş olan mihrabın üstünü de bir yarım kubbe örtüyordu. Ancak Evliya Çelebi, bir ana kubbe ile mihrap tarafında alçak bir yarım kubbenin varlığından bahsettiğine göre bu ilk caminin harimini yanlarda da iki yarım kubbeli olarak düşünmek pek doğru olmasa gerektir.

III. Selim’in yaptırdığı cami ise bütünüyle değişik bir düzene sahiptir. Türbe avlunun dışında kalmış, onu avludan ayıran duvarda tunç hâcet penceresiyle sebil muhafaza edilmiş, duvar çeşitli devirlerden kalma devşirme çinilerle kaplanarak hâcet penceresi dört sütuna oturan bir saçakla korunmuştur. İki yanlardaki medrese odaları da kaldırılarak sadece dörder bölümlü kubbeli revaklar yapılmıştır. Şadırvanın dışarıda inşa edilmesine karşılık avlunun ortasında yine III. Selim döneminde 10,20 × 7,18 m. ölçülerinde dikdörtgen bir sofa inşa edilmiştir. Sinan Paşa Köşkü’nün ve altındaki Çandarlı havuzunun evvelce burada olduğu tahmin edilmektedir. Bir halk inanışına göre bu sofa Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin naaşının yıkandığı yerdir. Bu sofanın dört köşesinde barok üslûpta süslemeli ve insan boyu hizasında halkın “hâcet çeşmeleri” adını verdiği ve etrafını dolanan genç kızların kısmetlerinin açılacağına inandığı küçük mermer çeşmeler vardır. Dışarıdaki avlunun Musallâ Kapısı denilen bir girişi üstünde şair Sürûrî’nin nazmettiği beş dörtlük halindeki  (1800) tarihli uzun kitâbesi yer alır. Bu kapının yanında muvakkithâne ile hünkâr mahfeline dışarıdan girişi sağlayan rampa bulunmaktadır.

Avlu ile cami arasında uzanan beş bölümlü son cemaat yeri ortadaki oval biçimde olmak üzere beş kubbe ile örtülmüştür. Mermer çerçeveli taçkapı üstünde ise Ârif adlı bir şairin yazdığı dokuz dörtlükten oluşan 1215 (1800) tarihli uzun kitâbede caminin tarihçesi hakkında bilgi verilir.

Cami, Türk mimarisinde Batı sanat tesirlerinin hâkim olduğu bir dönemde yapılmış olmasına rağmen klasik sanat geleneğine belli bir dereceye kadar bağlı kalındığını göstermektedir. Cami ana mekânı altısı yuvarlak kesitli pâyeler, ikisi kıbledeki mihrap çıkıntısının köşeleri olmak üzere sekiz destekli tipte yapılmıştır. Bu durum, Mimar Sinan’ın bazı eserlerinde kullandığı sistemin burada son uygulanışını gösterir. Pâyelerin başlıkları barok üslûptadır. Minber de aynı üslûpta motiflerle bezenmiştir. Ortada bulunan 16 m. çapındaki kubbe sekiz taraftan eksedralarla desteklenmiştir. Köşelerde ise dört küçük kubbe vardır. Ana mekânı üç taraftan ince desteklerle ayrılan mahfiller ve bunların üstünde yer alan galeriler çevirir. Hünkâr mahfili sağdaki galerinin kıble tarafındaki köşesindedir.

Türbe. Camiden önce yapıldığı bilinen türbe evvelce avlunun içinde iken 1798-1800’deki inşa sırasında dışarıda kalmış ve avlu ile arasındaki bağlantı mevcut hâcet penceresiyle temin edilmiştir. Bu hâcet penceresi I. Ahmed tarafından  (1613-14) yaptırılmış, ayrıca türbenin camiye bakan tarafında önüne bir duvar, yanına ileri taşan üç şebekeli bir sebil ilâve edilmiştir. Şimdiki görünümünde, çok çeşitli dönemlere ait çinilerle kaplı olan bu duvarın sol tarafında ise dökme tunç şebekeli büyük bir hâcet penceresi bulunur. İslâmî semboller kadar sanattan da anlamayan bir zihniyet, bu tarihî ve güzel şebekedeki “mühr-i Süleyman”ları “yahudi yıldızı” olduğu düşüncesiyle kesip çıkarmıştır. Günümüzde yerleri boş yuvarlaklar halindedir.

Bu duvarda türbeye geçit veren kapının üstünde, Şeyhülislâm Hocazâde Esad Efendi (ö. 1034/1625) tarafından Ebû Eyyûb el-Ensârî için yazılmış otuz altı mısralık bir manzume yer alır. Burada ayrıca Hz. Peygamber’e ait olduğu kabul edilen ayak izlerinin muhafaza edildiği bir hücre (pîşegâh) vardır. Duvarda I. Ahmed, I. Mahmud ve III. Selim tarafından yazılmış, bu mekânın kutsallığına işaret eden manzum kitâbeler bulunur.

Türbe sekizgen planlı kubbeli, klasik dönem türbe mimarisinde kesme taştan yapılmıştır. Her cephesinde altta sivri boşaltma kemerli dikdörtgen biçimli, üstte ise sivri kemerli pencerelerle aydınlanmıştır. Alt pencerelerin üst hizasına kadar iç duvarlar çinilerle kaplanmıştır. Bunların üstünde lâcivert zemin üzerine beyaz celî hatla yazılmış yine çinilerden bir kuşakta besmele ve Tevbe sûresinden âyetler yer almaktadır. Duvarların yukarı kısımları ile kubbe kalem işi nakışlarla bezenmiştir. Herhalde türbe cami ile birlikte 1798-1800 yıllarında tamir edilmiş olmakla beraber mimarisine dokunulmamıştır. III. Selim tarafından pencere kanatları yenilenmiş, sandukanın etrafı gümüş kafesle çevrilmiş, yeni bir avize asılmış ve bizzat padişahın kaleme aldığı bir dörtlük, levha halinde Yesârîzâde Mustafa İzzeddin Efendi’nin hattı ile yazılmıştır: “Alemdâr-ı kerem şâh-ı iklîm-i risâletsin / Muînim ol benim dâim be-hakk-ı Hazret-i Bârî // Selîm İlhâmî her dem yüz sürer bu ravza-i pâke / Şefâatle kerem kıl yâ Ebâ Eyyûb-i Ensârî.” Hadîkatü’l-cevâmi‘de bildirildiğine göre ciddi bir tamir de II. Mahmud zamanında yapılmıştır. (1 Kasım 1819) başlayan bu tamir, bina emini Ahmed Efendi idaresinde  (20 Mart 1820) tamamlanmıştır.

Türbenin içinde duvar kenarında bulunan bir kuyunun I. Ahmed tarafından türbenin tamiriyle birlikte 1016’da (1607-1608) ihya ettirildiği, üzerindeki dört beyitlik manzum kitâbede belirtilir: “Bu kuyu kim ol nezir suyu âlem içre zemzemân / Alemdâr-ı resûlün ayağına yüz sürer zühreyân / … Şu dem kim türbenin içini dışını kıldı Ahmed Han / Yapıp mermerler-ile eyledi ihyâ ol şekker-güftâr / …” (1016). Recep Akakuş’un yazdığına göre kuyu bileziğinden 2 m. kadar aşağıda kuzeye uzanan bir dehliz veya kanalın ağzı bulunmaktadır. Burada da ikinci bir bilezik vardır. Kuyudaki su bu bilezikten aşağıda bulunmaktadır. Su artıp taştığında türbeye zarar vermemesi için Haliç tarafında mermer döşeli ve 1,25 m. yükseklikte, genişliği 2-5 m. arasında değişen üstü tonozla örtülü bir kanal açılmıştır. Bu dehlize avludaki sebilden altı basamaklı bir merdivenle de inilir. Dehliz veya kanalların varlığı, türbenin yapımından önce burada herhalde Bizans çağına varan bir su tesisinin bulunduğuna işaret olarak görülebilir.

Türbeye Sultan İbrâhim tarafından hediye edilmiş dört büyük gümüş şamdan sonraları müzeye kaldırılmıştır. Türbede ayrıca sancak-ı şerif de muhafaza edilmekteydi. Ancak 1730’da Patrona İsyanı sırasında sancak-ı şerifin âsilerin ellerine geçmemesi için saraya alınarak Hırka-i Saâdet Dairesi’ne konulduğundan günümüzde yalnız kılıfları durmaktadır. I. Abdülhamid  (1786) kapı ve pencere kanatlarını yeniletmiş, II. Abdülhamid de tunç kapı kanatları önüne kendi eliyle yaptığı sedef kakmalı parmaklıklı kanatlar koydurmuştur. Türbenin içindeki sandukanın etrafını III. Selim dönemine ait  (1792-93) tarihli gümüş bir şebeke çevirir: “…Yazdı itmâmına târîh Münîb / Pâk-vâlâ eser-i Şâh Selîm” (1207). Sanduka örtüsü de II. Mahmud tarafından konulmuş, üstündeki simle işlenmiş yazılar Mustafa Râkım Efendi’nin hattıyla yazılmıştır. Türbenin içinde ayrıca padişahların birçoğunun ve ünlü hattatların kaleminden çıkmış değerli levhalar bulunmaktadır.

Medrese. Cami avlusunun iki tarafında sıralanan, önlerinde birer revakın uzandığı medrese hücreleri külliye büyük ölçüde değişikliğe uğradığı sırada ortadan kalkmıştır. Esasen daha önceleri de medresenin altı hücresi kaldırılmıştı. Ekrem Hakkı Ayverdi, bunların her bir tarafta sekiz tane olmak üzere toplam on altı hücreden oluştuğunu, arada birer bölümün ise avluya dışarıdan geçit veren kapılara ayrıldığını tahmin etmiş, bu düzeni gösteren bir de plan çizmiştir.

Sebil. Avluda türbenin önündeki sebil, İzzet Kumbaracılar’a göre  (1623-24) Kızlarağası Mustafa Ağa tarafından yaptırılmıştır. Recep Akakuş ise sebilin I. Ahmed tarafından inşa ettirildiğini kaydederek kitâbesini de vermektedir . Gerçekten de bu yedi beyitlik kitâbeden açıkça anlaşıldığı gibi sebil  (1613) I. Ahmed tarafından yaptırılmıştır. Sebil mermerden olup üç pencerelidir. Şebekeleri ayıran sütunların mukarnaslı başlıkları, bunların da üzerlerinde sivri Türk kemerleri vardır. Kemer boşluklarında mermerden işlenmiş şebekeler, bunlarla pencereler arasında kitâbeler yer alır. Pencerelerde görülen tunç şebekelerin altı uçlu yıldız biçimindeki motifleri sebilin klasik üslûbuna uymamakta, sonradan yapılmış oldukları tesirini bırakmaktadır.

Aşhane-İmaret. Avlunun güneydoğu köşesine komşu olan aşhane-imaret uzun süre harap halde durduktan sonra 1950’li yıllarda yıktırılmış ve yeri meydana katılmıştır. Bu yüzden mimarisi hakkında bilgi edinilememiştir.

Hamam. Ekrem Hakkı Ayverdi, cami yakınındaki çifte hamamın esasında Eyüp Sultan Külliyesi’nin bir parçası olduğunu kabul eder. Muhasebe defterinde adı geçtiğine göre hamam da külliyeye aittir. Bugün çok değişmiş ve esas soyunma yerini (camekân) kaybetmiş durumda olan hamamın erkekler kısmı, üç bölümlü bir sıcaklığa açılan çifte halvet hücreli tiptedir. Esas soyunma yeri mimari değeri olmayan bir camekânla yenilenmiştir. Kadınlar kısmının ise bilindiği kadarıyla henüz doğru bir planı çıkarılmamıştır. İstanbul Ansiklopedisi’nde yayımlanan basit krokiye göre bu bölüm, gerçek mimarisi bozulmuş olduğundan bilinen hamam tiplerine uymayan bir plan göstermektedir.

1994 yılında Eyüp Belediyesi tarafından külliyenin çevresinin imarı için yeni projeler hazırlanmıştır. Bu arada hamamın da etrafını saran dükkânlardan arındırılması düşünülmüş ve hamamın tam bir planı çıkarılmıştır. Ancak plan henüz yayımlanmamıştır. Bu planda görüldüğü gibi, kadınlar kısmının soyunma yeri geç dönemde bütünüyle bozulmuştur. Hamamın gerçek mimarisi ancak çevresi ayıklanıp içindeki duvarlar temizlendikten sonra ortaya çıkacaktır.

Kaynak: İslâm Ansiklopedisi