Seyyid Hasan Paşa
Seyyid Hasan Paşa Reşadiye’ye bağlı Kabalı köyünde doğdu. Babası bu köyün ileri gelenlerinden Çardaklızâde Mehmed Abdullah Ağa’dır. Doğduğu yerin Şebinkarahisar (Şarkîkarahisar) sancağı sınırları içinde bulunması sebebiyle Karahisarlı lakabıyla da anılmıştır. Seyyidlik sıfatının Hz. Peygamber’in soyu ile doğrudan ilgisi yoktur.
Seyyid Hasan Paşa muhtemelen 1699 yılında İstanbul’a giderek Yeniçeri Ocağı’na kaydoldu. 1718’de Üsküdar çorbacılığı ve 1733’te çavuşbaşılık görevlerinde bulundu. Bir yıl sonra kul kethüdâsı olarak İran seferine katıldı. 1735 Eylülünde azledilip köyünde ikamet etmesi bildirildi. Ertesi yılın sonlarında tekrar Yeniçeri Ocağı’na dönerek 32. Bölüğün kethüdâlığını ve cebeciler ağa vekilliğini üstlendi. 1738 Şubat ayı sonlarında yeniden kul kethüdâsı oldu. Bu görevinde iken 1736’da başlamış olan Avusturya-Rusya savaşlarına, özellikle Vidin seraskeri Hacı İvaz Mehmed Paşa ile Timok nehri çarpışmalarına katıldı. Yeniçeri Ağası Abdullah Ağa’nın Vidin’de ölmesi üzerine (7 Temmuz 1738) bu vazifeye getirildi.
Seyyid Hasan Paşa yeniçeri ağası sıfatıyla Avusturya ordusu ile yapılan Hisarcık çarpışmasında yararlılık gösterdiği gibi Adakale ve Belgrad’ın fethinde de önemli hizmetlerde bulundu. Özellikle Hisarcık ve Belgrad çarpışmalarındaki üstün gayretleri sebebiyle (19 Eylül 1739) kendisine vezirlik verildi. Yeniçeri ağalığı sıfatıyla vezirlik rütbesi verildiği için “ağa paşa” olarak anılmaya başlandığı bu devrede, İstanbul’da kış şartları dolayısıyla meydana gelen iâşe darlığı yüzünden çıkan karışıklıkların kontrol altına alınmasında etkili oldu.
Seyyid Hasan Paşa bu başarıları üzerine, Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa’nın azlinden sonra (23 Eylül 1743) sadrazamlık makamına getirildi. Seyyid Hasan Paşa’nın bu göreve tayininde Kızlarağası Beşir Ağa’nın rolü olduğu belirtilir. Onun sadrazamlığa getirildiği sıralarda, doğuda Nâdir Şah Osmanlı topraklarına yönelik askerî faaliyetlerde bulunuyordu. I. Mahmud, Nâdir Şah’ın ilerlemesi karşısında yeni sadrazamın bir ay içinde Üsküdar’a geçmesini ve İran seferi için hazırlıkların tamamlanmasını istedi. Ancak bu arada Kerkük’ü zapteden ve Musul’u kuşatmış bulunan Nâdir Şah’ın bu sonuncu mevkide yenilgiye uğraması üzerine İran seferinden vazgeçildi ve Nâdir Şah’ın İstanbul’a gelen elçisi Fettah Ali ile yapılan görüşmeler sonrasında (1 Şubat 1746) bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma ile IV. Murad devrindeki sınırlar esas kabul edildi.
Seyyid Hasan Paşa’nın sadâreti sırasında 1740’ta başlamış olan Avusturya veraset savaşları sürmekte ve hükümet merkezi Avrupa’daki olayları yakından takip etmekteydi. Bu mücadelenin tarafları olan Avusturya, İngiltere, Felemenk, Sicilyateyn ve Fransa devletlerinin İstanbul’daki elçileri davet edilerek hem aracılık teklifinde bulunulmuş, hem de savaşın Akdeniz’e özellikle Osmanlı sularına taşırılmaması konusunda uyarılmışlardır. İsveç ve Prusya ile ilişkilerin geliştirilmesi yolunda yazışmalar yapılırken Hasan Paşa 1745 yılı ortalarında Arnavutluk’a kadar uzanan bir inceleme gezisinde bulunmuştur.
Üç yılı aşkın görev yaptığı sadrazamlıktan (9 Ağustos 1746) azledilen Seyyid Hasan Paşa Rodos’a sürüldü. Görevden alınmasına sebep olarak narh işlerine dikkat etmemesi ve iâşe darlığını önleyememesi gösterilirken yeni kızlar ağası Hâfız Beşir Ağa ile olan anlaşmazlığı da öne sürülür. Yerine geçen Tiryaki Mehmed Paşa mallarının müsâderesi konusunda oldukça sert davranmış ve onunla bir hayli uğraşarak Rodos’a sürülmesini sağlamıştır. Yedi ay Rodos’ta kalan Hasan Paşa, (Mart 1747 sonları) İç İl sancağı mutasarrıflığına, bir süre sonra kasım ayı ortalarında Diyarbekir valiliğine tayin edildi. (Aralık 1748) burada vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Hasan Paşa’nın pek çok hayır eseri mevcuttur. Zengin vakıflar tahsis ettiği hayratı arasında, İstanbul Beyazıt’ta Edebiyat Fakültesi yanında bulunan 1745’te inşa ettirdiği külliyesi (sıbyan mektebi, medrese, mescid, sebil, çeşme), biraz aşağıda henüz ayakta duran hanı, Belgrad’da han, cami, medrese, çeşme, çifte hamamı, Kabalı köyünde cami ve mektebiyle Zeyrek’teki çeşmesi sayılabilir. Hasan Paşa’nın vakıfları 1938 yılından itibaren mazbut vakıflar arasına alınmıştır. Kaynaklarda kendisinden tahsili noksan ancak dindar, dürüst, hayır sever, insaf sahibi bir devlet adamı olarak bahsedilir.
Bazı telifleri de bulunan oğlu Said Beyefendi (ö. 1778) İstanbul kadılığına kadar yükselmiştir. Nesli bugün de sürmektedir.
Kaynak: İslâm Ansiklopedisi