Babür Han

Babür Han, Fergana’da doğdu. Babası Timur’un torunlarından Fergana hâkimi Ömer Şeyh, annesi Cengiz’in torunlarından Yûnus Han’ın kızı Kutluğ Nigâr Hanım’dır. Bâbür’ün çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Annesiyle birlikte Endican Kalesi’nde otururken babasının bir kaza sonucu ölümü üzerine 9 Haziran 1494 henüz on iki yaşında iken Fergana hükümdarı oldu.

Bâbür’ün siyasî mücadeleleri üç ana bölümde ele alınabilir: Fergana hâkimiyeti (1494-1504), Kâbil hâkimiyeti (1504-1526) ve Hindistan hâkimiyeti (1526-1530). Bâbür başlangıçta akrabalarıyla ve kendisini tanımayan kumandanlarla uğraştı. Amcası ve Semerkant hâkimi Sultan Ahmed Mirza gailesinden kurtulduktan sonra Taşkent hâkimi Sultan Mahmud’la mücadele etti. Bâbür’ün asıl gayesi Endican’da saltanat sürmek değil atalarının vaktiyle sahip bulundukları Semerkant’ı ele geçirmekti. 1497 ve 1501 yıllarında kısa sürelerle iki defa Semerkant’a hâkim oldu. Mâverâünnehir’in kuzeyinde güçlenen Özbek Hükümdarı Muhammed Şeybânî Han (1500-1510) Bâbür’ün en tehlikeli rakibi idi. İran’da ise Şah İsmâil, Safevî Devleti’ni kurmuştu ve sınırlarını Ceyhun ötesine kadar genişletme gayesini güdüyordu. Bâbür Özbekler’le Ser-i Pül’de giriştiği savaşta mağlûp oldu ve Taşkent’teki dayısının yanına sığındı. Ancak uğradığı başarısızlıklara rağmen sağlam iradesinin yardımı ile tekrar eski gücüne kavuştu. Az sayıdaki Türk ve Moğollar’la birlikte Hindukuş dağlarını aşarak Kâbil’e indi ve kan dökmeden şehri ele geçirip buraya yerleşti (1504). Bütün ayaklanma ve tertip edilen tuzakları bertaraf ederek Kâbil’de tutunmaya muvaffak oldu. Semerkant’ı da tekrar ele geçirmekten vazgeçmemişti. Bu sırada Muhammed Şeybânî Han Şah İsmâil tarafından mağlûp edildi ve öldürüldü 1510. Bunun üzerine Bâbür Safevîler’in yardımıyla Semerkant ile Buhara’yı ele geçirdi (1511) ve Mayıs 1512’ye kadar hâkimiyetini sürdürdü. Buna karşılık Şiîler’in bazı isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Sünnî olmasına rağmen hutbede ve paralarda Şah İsmâil’in adını zikrettirdi. Ancak mevcut durum süratle Bâbür aleyhine gelişme gösterdi ve Safevî kuvvetlerinin İran’a dönmesinden sonra Bâbürlüler’e karşı galeyan artmaya başladı. Buhara ve buraya yakın Gucdüvân’da Özbekler’le Bâbür arasında savaş oldu. 1513 ve 1515’te Hisar Kalesi’nin kaybına rağmen Bâbürlüler bölgede fırsat kolladılar. 1514 yılında Şah İsmâil Çaldıran’da Yavuz Sultan Selim karşısında yenilince Özbekler tekrar Mâverâünnehir’de güçlendiler ve Bâbürlüler’e karşı tutumlarını sertleştirdiler. Bâbür artık Semerkant’ta tutunamayacağını anladı. Bu sebeple şansını Afganistan’da merkezi Kâbil olmak üzere yeni bir devlet teşkili için denedi ve bunda da muvaffak oldu.

1518’de Güney Afganistan seferine çıktı ve Hayber Geçidi’ni aşarak Sind bölgesine indi. Bu yılın sonlarında Kunar ile Sind arasındaki topraklara hâkim oldu. 15 Şubat 1519’da 1500 kişiyle ilk defa Sind nehrini sallarla geçerek Pencap ile Cenap nehri yöresini yağmaladı. 1398-1399 yıllarında Hindistan’ı istilâ eden Timurlenk Pencap ve Delhi havalisini kendine tâbi olan Seyyidler’e bırakmıştı. Bâbür de atasının mirasçısı olarak bu topraklarda hak iddia etmiş ve halkına baskı yapılmaması için de emirler vermişti.

Kandehar Kalesi’nin fethiyle Hindistan-Afganistan ve İran yolu kontrol altına alındı. Bâbür bu kalede iken Mayıs 1522’de Lahor’dan gelen Devlet Han Lûdî ve Âlem Han’la görüştü. Lûdî sarayına yakın olan bu meliklerin yardım talebi kabul edildi. Bâbür iki yıl zarfında Pencap’ı üç defa istilâ etti. Ancak Kâbil’in Özbekler tarafından tehdidi üzerine tekrar Afganistan’a dönmek zorunda kaldı. Bâbür hâtıratında Hindistan fethinin gecikmesine kardeşleri arasındaki anlaşmazlıklar ve emîrlerin gevşekliğinin sebep olduğunu yazmaktadır. Bu sırada doğan bir şehzadeye Hindâl adının verilmesi de Bâbür’ün Hindistan fethini ne kadar arzuladığını göstermektedir.

Bâbür kesin ve büyük Hindistan seferini 1525’te yaptı. Önce Pencap’ı istilâ ettikten sonra Delhi üzerine yürüdü. Bu sırada Kuzey Hindistan Lûdîler tarafından idare edilmekteydi. İbrâhîm-i Lûdî’nin yakınları olan Lahor valisi ve Âlem Han ile arası iyi değildi. Bâbür Lûdî başşehrine giden yol üzerinden hareket ederek Pânîpet yakınlarına geldi. Karargâhını burada kurdu. Kale önlerindeki aynı adı taşıyan ovada Bâbürlü ve Lûdî kuvvetleri Nisan 1526’da karşı karşıya geldiler. Lûdî ordusu çok kalabalıktı ve orduda 1000 kadar fil de yer alıyordu. Bâbür’ün ordusu ise 12.000 civarında idi. Osmanlı savaş nizamını uygulayan ve ateşli silâhlar kullanan Bâbür karşısında İbrâhîm-i Lûdî büyük bir yenilgiye uğradı ve öldürüldü. Onun ölümüyle Lûdîler’in hâkimiyeti sona erdi. Bâbür bu seferden sonra Delhi ve Agra’yı da süratle ele geçirdi ve Bâbürlü hânedanını kurdu (1526).

Bâbür, Çitor Racası Rânâ Sangâ’nın kalabalık bir ordu ile üzerine yürüdüğünü haber alınca hemen harekete geçti ve taraflar Biyâne yakınlarındaki Hânüvâ’da karşılaştılar. Mart 1527’de yapılan savaşta Rânâ Sangâ büyük bir hezimete uğradı. Arabalar üzerine yerleştirilmiş toplar karşısında tutunamayan Hindular çok kayıp verdiler. Bu savaştan sonra Bâbür Agra’da yerleşti ve Bedahşan askerlerini ülkelerine gönderdi. 1527’den sonra kesilen paralarda Bâbür ismi yanında “gazi” unvanı da görülmektedir. Bu ise Çitor Racası Rânâ Sangâ’ya karşı kazanılan zaferden dolayıdır.

Bâbür 1528’de Çanderi’ye saldırarak Raca Medini Rao’yu mağlûp etti. Ancak Afgan meselesi yüzünden Racpûtlar’a karşı genel bir tenkil harekâtına girişemedi. Ganj nehrini geçerek topçular sayesinde Lûdîler’e sadık kalan kuvvetleri de yendi ve Bâbürlü kuvvetleri 21 Mart 1528’de Leknev’i ele geçirdiler.

1529’da Bengal meselesi ortaya çıktı. Bihâr’da istiklâlini ilân eden Mahmud Şah Afganlılar’ı çevresine toplayarak bölgedeki Bâbürlü nüfuzuna son verdi. Bâbür 6 Mayıs 1529’da Bihâr seferine çıktı ve Mahmud Şah’ı mağlûp ederek doğuya ilerledi. Dönüşte Leknev’i tekrar hâkimiyeti altına aldı.

1530’da hastalanan Bâbür, hastalığının giderek ağırlaşması üzerine bütün emîrleri huzuruna çağırarak oğlu Hümâyun’u hükümdar ilân etti ve onlardan bağlılık yemini aldı. Üç gün sonra da  (26 Aralık 1530) Agra’da vefat etti. Naaşı Cemne nehri kenarındaki Nûr-Efşân bahçesinde toprağa verildi. Vasiyeti gereğince de altı ay sonra Kâbil’e taşınarak Bâğ-ı Bâbür’de yakınlarının yanına gömüldü. Şah Cihan 1646’da Bâbür için muhteşem bir türbe inşa ettirdi. Bâbür’ün on sekiz çocuğu olmuştu. Öldüğünde dört oğlu ile üç kızı hayatta idi. Bunlar Hümâyun, Kâmrân, Askerî, Hindâl, Gülreng, Gülçehre ve Gülbeden’dir.

Bâbür kurduğu devlet ve tarihte oynadığı önemli rol bakımından Türk tarihinin önde gelen simalarından biridir. Batılı yazarlar, o devirde pek az hükümdarda görülen meziyetleri şahsında toplamış olan Bâbür’e hayrandırlar ve başka hiçbir kahramanın kendisini onun Bâbürnâme’sindeki kadar güzel tasvir edemediği kanaatindedirler.

Bâbür kılıç kullanmakta, ok atmakta, ata binmekte mahir olduğu kadar insan ruhunu tanımakta, fertleri ve toplumları idare etmekte de o derece mahirdi. İleri görüşlü bir devlet adamı ve soğukkanlı bir kumandandı. Maiyetine karşı merhametli ve şefkatli davranır, affına sığınan suçluları bağışlamakta tereddüt etmezdi. Gerektiğinde de en ağır cezaları uygulamaktan çekinmezdi. Spor ve avla, fikrî ve edebî meselelerle uğraşmaktan zevk alırdı. İçki ve eğlenceye düşkünlüğüne rağmen idarî ve askerî işlerde en küçük bir ihmal göstermemiştir. Daima halkının refahı için çalışmış, ülkeyi mâmur hale getirmeye gayret etmiştir.

Bazı besteler yaptığı bilinen Bâbür güzel sanatların hemen hepsiyle yakından ilgilenmiştir. Aynı zamanda iyi bir hattat olan Bâbür “hatt-ı Bâbürî” adıyla yeni bir hat icat etmiştir. Şiir ve edebiyata da vâkıf olup Çağatay şiir ve nesrinin en güzel ve orijinal örneklerini vermiştir. Teknolojik gelişmeleri de yakından takip ederek bunları yalnızca savaş için değil aynı zamanda tarımda üretimi artırmak amacıyla da kullanmıştır.

kaynak : ENVER KONUKÇU

islam ansiklopedisi