Mere Hüseyin Paşa

Mere Hüseyin Paşa Arnavut asıllıdır. Bazı eserlerde Merre (مرّه) imlâsıyla yazılan lakabının, cezalandırılmasını istediği kimseler için yakın adamlarına, Arnavutça “alın götürün” anlamındaki bu kelimeyle seslenme âdeti dolayısıyla verildiği belirtilir.

Mere Hüseyin Paşa muhtemelen Enderun’da yetiştikten sonra çavuş olarak 1597 Haziranının ilk günlerinde Macar seferi serdarlığına getirilen Satırcı Mehmed Paşa’nın hizmetine girdi ve onun aşçıbaşıları arasında yer aldı. Ardından Enderun’da aşçı olduğuna dair bilgi gibi sipahiliğe geçtikten sonra sokak silâhdarı olduğu yolundaki ifadeler de ihtiyatla karşılanmalıdır. Satırcı Mehmed Paşa’nın azledilip 6 Temmuz 1599’da öldürülmesine kadar onun maiyetinde bulundu. Daha sonra Defterdar Ekmekçizâde Ahmed Paşa ve Dârüssaâde ağalarına intisap etti. Malkoç Ali Paşa’nın 16 Ekim 1603’te vezîriâzamlığa ve Macar seferi serdarlığına tayininde koyun emini, Kara (Öküz) Mehmed Paşa’nın aynı makama gelişinden (17 Ekim 1614) hemen sonra çavuşbaşı, Kayserili Halil Paşa’nın vezîrâzam oluşu sırasında (17 Kasım 1616) kapıcıbaşı olmuştu. Ardından kapıcılar kethüdâlığına, mîrâhûr-ı sânîliğe ve Kara Mehmed Paşa’nın 18 Ocak 1619’daki ikinci vezîriâzamlığında mîrâhûr-ı evvelliğe getirildi. Bu son vazifede iken Başdefterdar Bekir Paşa’nın teftişinde bulundu. Nisan 1620’ye kadar bu görevde kaldığı anlaşılmaktadır.

II. Osman’ın dikkatini çekerek Temmuz 1620’de Mısır beylerbeyiliğine tayin edilen Hüseyin Paşa 23 Ağustos’ta Kahire’ye vardı. Burada yiyecek maddeleri darlığı, fiyatlarının kontrolü ve uzun süren veba salgınıyla meşgul oldu. Ancak aşırı harcamalar sebebiyle tenkide uğradı. Beylerbeyilik gelirlerini alıkoyduğuna ve diğer bazı suistimallerine dair şikâyetlerin İstanbul’a ulaşması üzerine azledildi. Halefi Mustafa Paşa’nın buraya 7 Ocak 1622’de tayin edilmesi bu tarihten bir süre önce görevden alındığını gösterir.

Hüseyin Paşa İstanbul’a geldiğinde kendisini II. Osman’ın saltanatına karşı meydana gelen olayların içinde buldu. I. Mustafa’nın 19 Mayıs 1622’de ikinci defa cülûsu, Vezîriâzam Kara Dâvud Paşa’nın isyancılarla olan bağı karışıklıkları sona erdiremedi. Bu sırada gizlice Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahyâ Efendi’nin konağına giderek askerlerin kontrolünün temini vb. taahhütlerde bulunan Hüseyin Paşa sadârete tâlip oldu. Şeyhülislâmın vâlide sultana yazdığı ve devrinde de garip karşılanan bu tezkirenin ardından 13 Haziran 1622’de vezîriâzamlığa getirildi. Vezîriâzamlığa tayininde Mısır’da iken elde ettiği paraların rolü olduğu belirtilir.

Vezîriâzam olduktan sonra iyice sarsılmış olan idarenin ve düzenin yeniden kurulması için birtakım tedbirler aldı. Uzun zamandır toplanamayan Dîvân-ı Hümâyun’a işlerlik kazandırdı. Yeniçeri ve sipahilere “koyun bahası” adıyla para dağıtarak onları yatıştırdığı ve kendisine bağlamaya çalıştığı gibi II. Osman’ın ihmal ettiği cuma selâmlığına I. Mustafa’yı büyük merasimlerle çıkararak padişah hakkındaki olumsuz fikirleri bertaraf etmeye gayret etti. Erdel Beyi Bethlen’e (Gabor) yardım için Sarhoş İbrâhim Paşa’yı Bosna beylerbeyiliğine getirdi. Bunun sonucunda önemli bir Avusturya taburu Sokol yakınlarında yenilgiye uğratılarak kumandanlarıyla birlikte esir alındı. Ancak hazineden hesapsız para sarfına engel olunamadı. Ayrıca onun, sultanların vakıflarının tevliyet ve nezaretlerinin sipahilerin eline geçerek harap olmasına göz yumduğu, silâhdar ve sipahi mülâzımlarının sürekli tartışma konusu olan dirlik meselelerine önem vermeyip bunları birer bahane ile İstanbul’dan uzaklaştırmaya çalıştığı belirtilir. Bu arada yeniçeri ağası Derviş’i Karaman beylerbeyiliğine tayin etmesi, 7 Temmuz gecesi bir Mudanya kayığı ile Burgazada’ya gönderdiği yeniçeri ağasının öldürüldüğü yolundaki yalan haberler, azliyle neticelendi. Nitekim eski sadrazam Kara Dâvud Paşa’nın tahrikiyle hareket eden ocak ihtiyarlarının onun azlini temin için I. Mustafa’nın adı bilinmeyen annesiyle (“mestûre” olarak) emsaline daha önce rastlanmadığı üzere görüştükleri bilinmektedir. Bir gün sonra Lefkeli Mustafa Paşa vezîriâzam olurken Derviş Ağa da vezâretle eski görevine iade edildi. Hayatından endişe ettiği için saklanan Hüseyin Paşa, II. Osman’ın katline karışanları ortadan kaldırmaya çalışan Gürcü Mehmed Paşa’nın sadâreti sırasında yeniden bu makamı elde etmek için birtakım tertiplere girişti. Vezîriâzamın kendilerine yönelik hareketlerinden memnun olmayan yeniçeri ve sipahileri para dağıtmak suretiyle elde etti. Nitekim divanın toplandığı gün hazırlanan plan uyarınca yeniçeriler isyan edip sadrazamın azli ve Hüseyin Paşa’nın tayinini istemişler, Mehmed Paşa da mührü iade ederek görevden çekilmişti. Saraydan çıkan hatt-ı şerifte Kayserili Halil Paşa’nın vezîriâzamlığa uygun görüldüğü, Hüseyin Paşa’nın kabul edilmediğinin yazılı olduğu olayların içinde bulunan Bostanzâde Yahyâ Efendi tarafından aktarılmaktadır. Bostanzâde yine Kaptanıderyâ Kayserili Halil Paşa’nın kargaşa dolayısıyla bunu kabule yanaşmadığını, reîsülküttâb ile birlikte yazdıkları yeni bir telhisle ortalığın yatışması için vezîriâzamlığın Mere Hüseyin Paşa’ya tevcihinin gerekli olduğunu belirttiklerini, cevabî hattın da bu yönde verildiğini kaydeder. Böylece adamlarından haber beklemekte olan Hüseyin Paşa, kısa sürede buraya gelip 5 Şubat 1623’te ikinci defa sadâreti ele geçirmiş oldu.

Mere Hüseyin Paşa bu ikinci vezîriâzamlığında ilkinin aksi bir yol takip etti. Yeniçeri ve sipahilerin desteğinin devamını sağlamaya itina gösterdi. Evkaf tevliyetlerinin birçoğunu bunlar arasında paylaştırdığı gibi ocağın bulunduğu Etmeydanı’nı sıkça ziyaret ederek aşçılarına ayrıca ilgi gösterdi ve buradaki Orta Cami’yi ibrişim halılarla döşetip cuma namazlarını da çok defa burada kıldı. Ayrıca kendisini de yeniçeri yazdırdı. Bu sırada uzun süredir Kamaniçe’de bekleyerek İstanbul’a gelmeyi geciktiren Leh elçilik heyeti zorla getirtildi ve İngiliz elçisi T. Roe’nin de katkısıyla daha önceki Hotin Muahedesi’nin hükümlerine uygun on dokuz maddelik bir antlaşma 18 Şubat’ta imzalandı.

Bu arada II. Osman’ın kanını dava ederek Anadolu’da hükümet merkezine karşı büyük bir isyan çıkaran Abaza Paşa üzerine Cigalazâde Mahmud Paşa serdar olarak gönderildi. Beypazarı’na kadar giden Cigalazâde, Ankara’yı kuşatmış bulunan Abaza Paşa ile birtakım temasların sonunda Bursa’ya çekilmek zorunda kaldı. Eski vezîriâzam Gürcü Mehmed Paşa merkezden uzaklaştırıldı; Halil Paşa da Malkara’ya gönderildi (Nisan 1623). Kırım hanlığı Mehmed Giray’a tevcih edilirken II. Osman’ı hacca gitmeye teşvik ettiği bilinen hocası Ömer Efendi’ye Mekke şeyhülharemliği verildi. Bu arada Bağdat’ta beylerbeyinin öldürülmesiyle başlayan çekişmeler Diyarbekir Beylerbeyi Hâfız Ahmed Paşa tarafından yatıştırıldı.

Bu olaylar cereyan ederken Hüseyin Paşa malî işlerle uğraşıyordu. Artan akçe talebine karşılık vâlide sultanla anlaşarak darphâneyi Enderun’a taşıttı ve altın, gümüş eşyanın eritilmesiyle askerin mevâciblerini karşıladı. Yerinde bırakılmasına karşılık yüklü bir meblağ göndereceğini bildiği Eflak beyinden böyle bir girişim sonucunda istediğini elde etti. Ancak ayarı düşük akçeden dolayı sıkça toplanarak seslerini yükselten sipahi mülâzımlarını yatıştırmakta zorlandı. Ardından divanda mîr-i mîrân pâyeli bir ihtiyara dayak attırmasının ölümle sonuçlanması, sâdâttan olduğu belirtilen bir kadıyı ikindi divanı sırasında tahkir etmesi ve dövdürmesi ulemânın büyük tepkisine yol açtı. İlmiye mensupları Fâtih Camii’nde toplanarak sadrazamın azlini ve muhakeme edilmesini istediler. Eski kazaskerlerin İstanbul kadısının ve diğer ileri gelen müderrislerin aralarında bulunduğu kalabalık bir ulemâ topluluğunun bu nümayişi büyük bir yankı uyandırdı. Buradaki toplantıya istemeyerek gelen şeyhülislâmın önce azlin gerektiğini söylemesi saray ve ocakla temasa geçilmesine yol açtı. Ağakapısı’ndan gelişmeleri takip etmekte olan Hüseyin Paşa, ulemânın dağıtılması için içlerinde Abdülmecid Sivâsî ile Nakîbüleşraf Gubârî Kāsım Efendi’nin de bulunduğu nasihat heyetleri gönderdi. 6 Haziran 1623’te cereyan eden ve benzerine pek rastlanmayan bu olaya dair devrin kaynaklarına yansıyan birçok haber arasında, I. Mustafa’nın cülûsunu gecikmeyle kabullenmiş olan ulemânın Abaza Paşa ile mektuplaştığına, Şehzade Murad’ı tahta çıkarmak düşüncesinde olduklarına dair bilgiler de yer alır. Aynı gün ikindi vaktinde vezîriâzamın şeyhülislâm, kazaskerler, mülâzımlar, acemi oğlanları ile birlikte Şehzade Camii avlusuna kadar geldiği, ulemânın bir kısmını kendi yanına çektiği, ancak bu sırada Fâtih Camii’nde başlayan mücadele sonucu on dokuz kişinin öldüğü kaynaklarda tafsilâtlı şekilde anlatılır.

Yine sert tedbirlerle otorite kurmak isteyen Hüseyin Paşa, kendisini de zaman zaman zor durumda bırakan sipahileri ortadan kaldırma planları kurdu. Hazırlanan plana göre Mısır askerleri gibi donatılan bostancı ve yeniçeriler saraya yerleştirilerek elçi kabulü ve dirlik tevcihi bahanesiyle bir divan günü toplanan sipahileri ortadan kaldıracaklardı. Fakat kurban bayramı dolayısıyla ertelenen bu planın açığa çıkması üzerine Hüseyin Paşa Ağakapısı’na sığındı. Taşrada ve seferde sipahilerin çok olduğunu ve kendilerine düşman olacaklarını anlayan yeniçeriler vezîriâzama destek vermekten vazgeçti, bunun üzerine mührü vermemekte direnen Hüseyin Paşa makamını bırakmak zorunda kaldı, yeniçeri ağasının kefaletiyle hapisten kurtuldu ve saklandı (30 Ağustos 1623). Ancak IV. Murad’ın cülûsuyla birlikte entrikalarından çekinildiği için, Vezîriâzam Kemankeş Ali Paşa’nın ısrarlı aramaları sonucunda 24 Temmuz 1624’te yakalanarak öldürüldü. Mezarının Karacaahmet’te Miskinler yakınlarında bulunduğu belirtilmektedir.

Osmanlı müelliflerinden ilmiye mensubu olanlar Hüseyin Paşa’yı kaba, cahil, zalim gibi ağır ifadelerle anarlar. Bunda Fâtih Camii’ndeki hadise etkili olmuştur. Şiddet ve hiddetle hareket ettiği belirtilen Hüseyin Paşa’yı “seyfiyye”ye mensup tarihçiler âdil bir vezir olarak tanıtırlar. Mısır’da kendisini tanıyanlara göre ise göründüğü kadar sert bir kimse değildi. Bostanzâde Yahyâ Efendi, başına buyruk olmakla beraber akıllıca hareketlerine ve fitneye izin vermediğine, ancak yanlış işlerinin çokluğuna işaret etmektedir. Hüseyin Paşa İpek’te (Peć) bir cami, han ve hamam yaptırmıştır.

Kaynak: İslâm Ansiklopedisi