İzzeddin Keykavus

İzzeddin Keykavus, I. Gıyâseddin Keyhusrev’in büyük oğludur. Babası (1196) yılında tahtı kardeşi II. Rükneddin Süleyman’a bırakıp yaklaşık dokuz yıl süren gurbet hayatına çıkmak zorunda kaldığında oğulları Keykâvus ile Keykubad’ı da yanında götürdü.

I. Gıyâseddin Keyhusrev’in büyük oğludur. Babası  (1196) yılında tahtı kardeşi II. Rükneddin Süleyman’a bırakıp yaklaşık dokuz yıl süren gurbet hayatına çıkmak zorunda kaldığında oğulları Keykâvus ile Keykubad’ı da yanında götürdü. II. Süleyman Şah’ın ölümü üzerine taraftarlarının davet ve desteğiyle yeniden Selçuklu tahtına oturan I. Keyhusrev ( Mart 1205) Keykâvus’u melik unvanıyla Malatya’ya gönderdi. Onunla birlikte Malatya’ya giden babasının hocası Mecdüddin İshak idarî işler ve öğrenimini tamamlama konusunda kendisine yardımcı oldu.

I. Gıyâseddin Keyhusrev ölünce (1211) devlet erkânı Konya’da toplanarak sultanın en büyük oğlu olduğu için Malatya Meliki İzzeddin Keykâvus’un Selçuklu tahtına çıkarılmasına karar verdi ve Kayseri’ye gelmesi için kendisine ulak gönderdi. Keykâvus Sivas-Kayseri arasındaki Gedük’te (Şarkışla) karşılandı. Biat, yas ve tahta çıkma törenleri Kayseri’de yapıldı. Ancak Kayseri’den Konya’ya hareket edileceği sırada sultanın kardeşi Tokat Meliki Alâeddin Keykubad’ın saltanat davasıyla ortaya çıktığı ve şehre doğru gelmekte olduğu haber alındı. Alâeddin Keykubad şehri kuşattı, çok geçmeden Erzurum Meliki Mugīsüddin Tuğrul Şah ile Ermeni Kralı II. Leon da kuşatmaya katıldı. Meselenin savaşla halledilemeyeceğini anlayan devlet adamları diplomatik yola başvurdular. Kayseri subaşısı Celâleddin Kayser para ve değerli hediyelerle Ermeni Kralı II. Leon’a gönderildi. Celâleddin, Leon’a geri döndüğü takdirde kendisine 1200 müd tahıl verileceğini, işgal ettiği Luluva (Ulukışla), Ereğli ve Lârende’nin de (Karaman) ona ait olacağını bildirdi. Leon bu teklifi kabul edip ülkesine döndü. Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Eşref’in Keykâvus tarafından yardıma çağrıldığını duyan Tuğrul Şah da gizlice Erzurum’un yolunu tuttu. Yalnız kalan Erzurum Meliki Mugīsüddin ve yeterli kuvveti bulunmayan Keykubad muhasarayı kaldırarak Ankara Kalesi’ne sığındı. Keykâvus Konya’ya ulaştığında tekrar tören yapılmış ve şenlikler bir hafta sürmüştür. Keykâvus, hocası Mecdüddin İshak’ı tahta çıkışını Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh’a bildirmek üzere Bağdat’a gönderdi. Halife ona sultanlığını tasdik eden bir menşurla bir fütüvvet şalvarı gönderdi ve fütüvvet teşkilâtına alındığı bildirildi.

Bu sırada İznik İmparatoru Theodoros Laskaris, Keykâvus’un tahta çıkışını kutlamak, Gıyâseddin Keyhusrev’in Alaşehir seferi dolayısıyla bozulmuş olan münasebetleri düzeltmek ve barış yapmak üzere bir elçi yolladı. İmparatorun barış teklifini kabul eden İzzeddin Keykâvus, bunu bildirmek ve babasının naaşını getirmek üzere atabegi Emîr Seyfeddin Ayaba’yı İznik’e gönderdi. İmparator Theodoros Laskaris ile görüşen Ayaba dönüşte Alaşehir Mezarlığı’na geçici olarak gömülmüş olan Sultan Gıyâseddin’in naaşını da getirdi.

Daha sonra Alâeddin Keykubad’ın üzerine yürüyen İzzeddin Keykâvus Ankara Kalesi’ni kuşattı. Erzakı azalan Alâeddin Keykubad, kendisinin ve halkın canına dokunulmaması şartıyla teslim oldu ve Malatya yakınlarındaki Minşâr Kalesi’ne hapsedildi. Keykâvus onu öldürmek istediyse de hocası Mecdüddin İshak buna engel oldu.

Bu yıllarda Antalya hâlâ Franklar’ın elinde bulunuyordu. Gıyâseddin Keyhusrev’in öldüğünü duyan Antalya Rumları şehirdeki Türkler’i katlederek Antalya’nın idaresini ellerine geçirmişlerdi. Ancak sultan Antalya’nın geri alınması yerine Sinop’un fethine girişti. Elinde esir bulunan Trabzon Rum İmparatoru I. Aleksios Komnenos’u da yanına alarak Sinop önlerine vardı. I. Aleksios’un serbest bırakılması ve gitmek isteyenlere izin verilmesi şartıyla şehri teslim edeceklerini bildiren Sinoplular isteklerinin kabul edilmesi üzerine şehri sultana teslim ettiler ( 2 Kasım 1214). Ertesi gün İzzeddin Keykâvus, Aleksios ile bir antlaşma imzaladıktan sonra onu ülkesine gönderdi. Trabzon Rum İmparatorluğu bu tarihten  (1243) yılındaki Kösedağ yenilgisine kadar Selçuklu Devleti’ni metbû tanımıştır. Sinop’un fethi Abbâsî halifeliğine ve komşu devletlere fetihnâmelerle bildirildi. Sultan bu başarısı üzerine “es-sultânü’l-gālib” unvanını aldı. Sinop bundan sonra Selçuklu ticaretinin gelişmesinde önemli bir rol oynamaya başladı.

Öte yandan Ermeni Kralı Leon kendisine bırakılan şehirleri elinde tutamayacağını bildiği için onları Hospitalier şövalyelerine vermek istiyordu. İzzeddin Keykâvus, Sinop seferinden sonra harekete geçerek bu şehirleri geri aldı, kral da ciddi bir mukavemet göstermedi (1216). İzzeddin Keykâvus, daha sonra Antalya üzerine yürüyüp burayı karadan ve denizden kuşattıktan sonra Rumlar’dan Franklar’ın eline geçen şehri geri aldı (22 Ocak 1216) ve subaşılığını Emîr Mübârizüddin Ertokuş’a verdi.

1216 yılında Ermeniler’le Haçlılar’ın arası açıldı. Sultan Keykâvus bu fırsatı kaçırmayarak Ermeni Kralı Leon’un ülkesine yürüdü. Tahkim edilmiş Çinçin ve Haçin (Hacın) kaleleri şiddetli hücumlardan sonra fethedildi. Ardından Keben (Geben) Kalesi önünde Selçuklu ordusu Ermeni ordusuyla karşılaştı. Ağır bir yenilgiye uğrayan Ermeni ordusunun bir kısmı esir alındı, bu tutsaklar arasında birçok Ermeni soylusu da vardı. II. Leon, zengin armağanlarla birlikte elçi göndererek sultandan barış imzalanması ricasında bulundu. Sultan bu ricayı kabul etti ve barış antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre sınırlardaki bazı kaleler Selçuklular’a verilecek, Ermeni kralı sultanı metbû tanıyacak ve her yıl 20.000 altın gönderecekti. Buna karşılık sultan da bir menşurla Leon’un Sîs (Kozan) hâkimiyetini tanıdı. Sîs’te basılan paraların bir yüzünde sultanın adı yazılı olduğu gibi yine orada onun adına hutbe okunmuştur. Ermeni krallarının Selçuklu sultanlarını metbû tanımaları Kösedağ bozgununa kadar sürmüştür. Aynı yıl Kıbrıs kralı ile bir ticaret antlaşması imzalandı. Bu başarılardan sonra sultan Antalya’ya gitti;  (1217) kışını orada geçirdi. Ertesi yıl Mengücüklü Hükümdarı Fahreddin Behram Şah’ın kızı Selçuk Hatun’la evlendi.

İzzeddin Keykâvus son seferini Halep üzerine yaptı. 1216 yılında Halep Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’z-Zâhir Gāzî’nin vefatı üzerine yerine çocuk yaştaki oğlu el-Melikü’l-Azîz tahta çıkarılmıştı. Bu hükümdarla Halep melikliğinin varlığını sürdüremeyeceği düşüncesi ve İzzeddin Keykâvus’un muvafakatiyle Eyyûbîler’in Sümeysât hâkimi el-Melikü’l-Efdal Ali Halep melikliğinin başına getirildi ve kendisiyle bir anlaşma yapıldı. Ancak bu anlaşmada Telbâşir’in kendisine değil Selçuklu emîrlerinden Nasreddin’e verilmesi Efdal’de sultanın Halep’i de kendisine vermeyeceği şüphesini uyandırdı. el-Melikü’l-Azîz’in atabegi olan Şehâbeddin Tuğrul da el-Melikü’l-Eşref’ten yardım istedi. Bu sırada Selçuklu ordusunun Sivas subaşısı Mübârizüddin Behram Şah kumandasındaki 4000 kişilik öncü kuvveti sultanın başında bulunduğu ordunun merkez kolundan epeyce uzaklaşmıştı. Sultanın uzakta olduğunu haber alan el-Melikü’l-Eşref, Selçuklu öncü kuvvetine saldırarak ağır bir yenilgiye uğrattı. Behram Şah esir alındı. Bunu öğrenen İzzeddin Keykâvus el-Melikü’l-Eşref’le savaşmayıp geri döndü. Hıyanet ettiklerinden şüphelendiği bazı emîrleri Elbistan’da bir eve doldurarak evi ateşe verdi. Daha sonra el-Melikü’l-Eşref’ten öç almak için hazırlanmaya başladı. Bu amaçla Âmid Artuklu Hükümdarı Mahmûd Nâsırüddin ve Erbil hâkimi Muzafferüddin Kökböri ile ittifak yapan sultan ordusuyla Malatya’ya geldiği sırada hastalandı ve Malatya civarındaki Viranşehir’de vefat etti (Ocak 1220). Ölüm tarihiyle ilgili başka rivayetler de vardır. Naaşı Sivas’a getirilerek burada inşa ettirmiş olduğu dârüşşifâdaki türbesine defnedildi.

I. Keykâvus, Karadeniz’in en önemli ticaret limanı Sinop’un fethedilmesi, güneyin aynı önemdeki limanı Antalya’nın geri alınması, Ermeni ve Trabzon krallıklarının vergiye bağlanması gibi önemli başarılar kazanmış, bu başarılar Selçuklu Devleti’nin gücünü ve itibarını arttırmıştır.

İzzeddin Keykâvus zamanında ekonomik gelişmeye paralel olarak çok sayıda medrese, kervansaray ve hastahane inşa edilmiştir. Bunlardan Sivas’taki dârüşşifânın (dârü’s-sıhha) günümüze ulaşan vakfiyesine göre tesis aynı zamanda bir tıp mektebi olarak da hizmet vermekte, burada tabipler, cerrahlar ve göz hekimleri çalışmaktaydı. (1217) yılında inşa edilen dârüşşifânın vakıfları arasında Sivas’ta yetmiş dükkân, Ereğli’de de otuz dükkânla birçok köy bulunmaktaydı.

Kaynak: Türkler Tarihi