İbrahim Müteferrika

İbrahim Müteferrika, Erdel’in Koloszvar şehrinde (bugünkü Romanya’da Cluj şehri) dünyaya geldi. 1670 ile 1674 arasında bir tarihte doğduğu tahmin edilmekte, asıl adı ve ailesi bilinmemektedir. Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında çok az bilgi vardır; Osmanlı Devleti hizmetindeki durumuyla ilgili bilinenler de eksiktir. Türkiye’de İbrâhim Müteferrika’ya dair ilk incelemeyi Imre Karácson yapmıştır. Bir Katolik rahip olan Karácson, İbrâhim’in müslüman olmadan önceki hayatını yazarken Czezárnak’ın mektuplarındaki bilgileri kullanmış, ancak onun sözlerini olduğu gibi tercüme etmemiş, ilâveler ve yorumlar yapmıştır. Özellikle İbrâhim’in kendi arzusuyla değil esaretteki kötü hayatı sebebiyle müslüman olduğunu göstermeye çalışmıştır. Bu incelemede ve daha sonra yerli ve yabancı yazarlar tarafından aynen tekrarlanan, İbrâhim Müteferrika’nın Kalvinist bir ilâhiyat öğrencisi iken 1692 veya 1693’te Thököly İmre ayaklanması sırasında Türkler’e esir düştüğü, İstanbul’a getirilip köle pazarında satıldığı, kendisini kurtarmak için fidye verilmediği ve efendisinin de ona kötü davranmasından dolayı bu zor şartlara katlanamayıp müslüman olduğu yolundaki iddialar Niyazi Berkes’in araştırmalarıyla çürütülmüştür. Berkes, İbrâhim Müteferrika’nın yetişme şartlarıyla müslüman olmadan önceki hayatını ve fikrî yapısını aydınlatmaya çalışmıştır. Bilhassa Risâle-i İslâmiyye adıyla tanınan eserini inceleyerek onun, Karácson’dan beri tekrarlandığı gibi Kalvinist değil teslîs akîdesine karşı çıkan ve tek Tanrı inancını benimseyen Unitarius mezhebine mensup olduğunu ortaya koymuştur.

XVI. yüzyılın ortalarından başlayarak Macaristan’da Katolik kilisesinin taassubuna karşı çıkan ve mücadelelerine güç katabilmek için çeşitli yenilikler geliştirip özellikle matbaacılık alanında çalışanların tamamının Unitarian olduğu bilinmektedir. Devrin tanınmış hurufat dökümcüsü Mihail Kiss, 1689’da Koloszvar’da zamanın en önemli Unitarius matbaasını kurmuştur. Tibor Halasi-Kun’un da işaret ettiği gibi İbrâhim’in aynı şehirde ilâhiyat tahsili yapması ve mezhebi dikkate alındığında o yıllarda Kiss’le tanışmış olabileceği akla gelmektedir; dolayısıyla onun matbaacılık konusunu öğrenciliğinden beri az çok bildiği ileri sürülebilir. Yine bazı yeni araştırmalarla, o sırada Erdel’deki Unitarianlar’ın Katolik Avusturyalılar’ın baskısı karşısında toplu bir şekilde Müslümanlığı kabul ettikleri ortaya konulmuştur. Bu durum ise genç İbrâhim’in, Thököly ayaklanması sırasında bölgedeki Unitarianlar tarafından gerçek bir hâmi durumunda görülen Türk ordusuna sığınmış olabileceğini düşündürmektedir. Öte yandan Yunanca, Latince ve Macarca’yı çok iyi bilen, ilâhiyat tahsili görmüş bu gencin henüz kendi ülkesinde iken bir süre Osmanlı Devleti hizmetinde tercümanlık ve muhaberat işlerinde çalışmış, Türkler arasında güven kazanıp belli bir yere geldikten sonra Thököly ile birlikte İstanbul’a gitmiş olabileceği ihtimali de öne sürülmüştür.

İbrâhim Müteferrika’nın Osmanlı hizmetine girdikten sonraki görevleri hakkında Osmanlı arşiv kaynaklarından bazı yeni bilgilere ulaşılabilmektedir. Buna göre İbrâhim, 18 Nisan 1716 tarihinden önce kapıkulu süvarilerinin en mümtaz ve itibarlı kısmı olan sipahların kırk birinci bölüğünde 29 akçe yevmiye ile bulunuyordu. Sipah Ocağı’na ne zaman intisap ettiğine dair bir kayda rastlanmadığından Osmanlı hizmetine girdikten sonra doğrudan mı sipah bölüğüne alındığı, yoksa başka görevlerde bulunduktan sonra mı buraya tayin edildiği konusu şimdilik çözülememektedir. İbrâhim Müteferrika’nın 1710’da yazdığı Risâle-i İslâmiyye, onun Osmanlı kültürünü ve İslâmiyet’i üst düzey tartışmalar yapacak seviyede öğrendiğini göstermektedir. Bu seviyeye gelmesi için uzun yıllar Osmanlı Devleti’ne hizmet etmesi ve eğitim görmesi icap eder. Berkes’in ileri sürdüğü gibi İmre Tököli’nin hizmetinde bulunduktan sonra onun da desteğiyle XVII. yüzyıl sonlarında Osmanlı Devleti hizmetine girmiş olabilir.

Sipah bölüğünde iken Avusturya seferinde yaptığı hizmetlerden dolayı İbrâhim, 18 Nisan 1716’da önceki ulûfesiyle dergâh-ı âlî müteferrikalığına geçirildi. Müteferrikalıkta ulûfesi 1721-1723 yıllarında 40 akçeye, 23 Ocak 1724’te 50 akçeye, 7 Ekim 1725’te 54 akçeye, 26 Mayıs 1729’da 100 akçeye, 6 Şubat 1737’de ise 120 akçeye yükseldi. İbrâhim Müteferrika bu tarihten sonra yaklaşık on yıl ölümüne kadar aynı ulûfeyi almıştır ve bu tarihlerde ulûfeli müteferrikalar içerisinde en çok yevmiyeyi alan kişidir.

İbrâhim’in, müteferrika olduktan sonra da 1716 yılının sonunda Avusturya seferinde görev yaptığı tesbit edilmektedir. Bu sırada Osmanlı Devleti’ne sığınan Macarlar’ın yanında görevlendirildi. 1717’de, Osmanlı ülkesine davet edilen II. Ferenc Rákóczy’nin yanına tercüman ve mihmandar olarak tayin edildi. Önce Edirne ve İstanbul’da, ardından Tekirdağ’da ikamet eden Rákóczy’nin hizmetinde iken kendisine ulûfesi dışında günlük 50 akçe “nafaka-bahâ” verildi. 1735’te Rákóczy’nin ölümüne kadar onun hizmetinde bulundu, bu arada matbaacılık faaliyetleriyle diğer vazifeleri de yaptı. Kendisinden çok memnun olan Rákóczy, Sadrazam Ali Paşa’ya hitaben yazdığı bir mektupta ondan, “… Hassaten sadık tercümanım İbrâhim Efendi’yi padişahın lutf u inâyetine tevdi ederim” şeklinde söz etmiştir. Rákóczy’nin ölümünden sonra İbrâhim Müteferrika’nın Türkiye’de kalan diğer Macar soylularına da İstanbul’da hizmet ettiği anlaşılmaktadır. İbrâhim’in, 1731’de Osmanlı Devleti’ne sığınan ve Selânik’te ikamet ettirilen İran şehzadesi Mirza Safî’nin yanında bir süre mihmandarlık yaptığı ifade edilir. Ancak bu bilgi henüz kesin bir doğruluk taşımamaktadır. Çünkü aynı dönemde İbrâhim adında başka müteferrikalar da bulunmaktadır. İbrâhim Müteferrika’nın, 1736 yılı Aralık ayının sonunda antlaşmanın yenilenmesi için Leh başhatmanına nâme götürmek üzere İstanbul’dan ayrıldığı tesbit edilmektedir.

1737-1739 Osmanlı-Avusturya-Rus savaşında Türk-Fransız menfaatlerini destekleyici yönde çalışmalarda bulunan İbrâhim, savaş sırasında Osmanlı saflarına katılan Macar askerlerinin yazımını üstlendi ve Orşova Kalesi’nin vire ile Osmanlı Devleti’ne teslimi için yapılan görüşmeleri yönetti. Savaş sürerken 2 Şubat 1738’de top arabacıları kâtipliğine getirildi ve böylece Dîvân-ı Hümâyun’da hâcegân zümresine dahil oldu. Bundan sonra  (1739-1742) yılları arasında her sene şevval ayında yapılması mûtat olan tevcîhatta bu görevi tasdik edildi. 25 Ekim 1743’te top arabacıları kâtipliğinden ayrıldı. Kasım 1743 tevcîhatından kısa bir süre önce bu görevinden ayrılması muhtemelen Dağıstan’a gönderilmesiyle ilgilidir. 1743 yılının sonlarında Kaytak Hanlığı’na getirilen Asmay Ahmed’in tayin beratını Dağıstan’a götürdü.

İbrâhim Müteferrika bu yolculuktan döndükten sonra Dîvân-ı Hümâyun tarihçiliğine tayin edildi. 14 Kasım 1744’te getirildiği bu görevden ertesi yılki mûtat şevval tevcîhatında (7 Kasım 1745) ayrıldı. Bu sırada Yalova’da kâğıt fabrikası kurmaya teşebbüs etmiş ve Lehistan’dan ustalar getirtmişti. Dîvân-ı Hümâyun tarihçiliği görevindeyken faaliyete geçen imalâthane onun nezâreti altında bulunuyordu.

Mezar taşında İbrâhim Müteferrika’nın ölüm tarihi  (1747) olarak yazılmışsa da kitâbedeki şair Nevres’in “Basmacı” lakabından kinaye olarak, “Basdı İbrâhîm Efendi sahn-ı firdevse kadem” mısraında düşürdüğü tarih olan (1745) ölüm yılı kabul edilmiş, 1160 tarihinin ise mezarının yapıldığı yıl olduğu ileri sürülmüştür. Hemen hemen bütün araştırmacılar da bu görüşü paylaşmıştır. Ancak tarih düşürülen mısrada bir yanlışlık yapılmış olmalıdır. Zira ulûfe kaydının üzerine yazılan “müteveffâ” ibaresinin yanında  (6 Şubat 1747) tarihi yer aldığı gibi aynı tarihte yevmiyesi “mahlûl”den başkalarına verilmiştir. Bunun, gün olarak tam ölüm tarihi yerine ulûfesinin mahlûlden verildiği tarihi gösterme ihtimali vardır. Bu ihtimal dikkate alınırsa söz konusu tarihten birkaç gün önce ölmüş olabileceği sonucuna varılabilir. İbrâhim Müteferrika Aynalıkavak Kabristanı’na defnedilmiş, 1942’de Reşid Saffet Atabinen’in teşebbüsüyle buradan Galata Mevlevîhânesi hazîresine nakledilmiştir.

İbrâhim Müteferrika’ya asıl şöhretini kazandıran matbaacılığıdır. Kendi devrinde ayrıca Tercüman İbrâhim Efendi diye anılmaktaysa da daha çok Basmacı İbrâhim Efendi olarak şöhret bulmuştur. Bazı Batı kaynaklarında Müteferrika’nın asıl matbaayı kurmadan önce 1718’de bir harita matbaası kurmak için izin aldığı yönünde bilgilere rastlanmaktadır.  1719 tarihli Marmara denizi haritasının klişesinin mevcûdiyeti de onun harita basmak için bir tezgâh kurduğunu göstermektedir.

1727 yılı Temmuz ayının başlarında İbrâhim Müteferrika ile sadâret mektûbî halifelerinden Yirmisekizçelebizâde Mehmed Said Efendi’ye, III. Ahmed’in fermanı ve Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’nin fetvası ile ilk Türk matbaasını kurma izni verildi. Müteferrika’nın Yavuzselim semtindeki evinde kurulan matbaanın ilk kitabı, basımı 1729 yılının başlarında tamamlanan ve kaynaklarda daha çok Vankulu Lugatı adıyla geçen Ṣıḥâḥu’l-Cevherî tercümesidir. Matbaanın tesisinde büyük rolü olan Mehmed Said Efendi’nin bir süre sonra matbaacılıktan ayrılması ile birlikte iş tamamen İbrâhim Müteferrika’ya kalmıştır. Müteferrika’nın ölümüne kadar idaresi altında kalan matbaada on yedi kitap (23 cilt) basılmış, matbaanın faaliyetleri yalnızca Patrona Halil İsyanı sırasında bir yıl kadar kesintiye uğramıştır. Müteferrika’nın özellikle dış görevlerinin de matbaanın çalışmalarını aksattığı muhakkaktır.

İbrâhim Müteferrika’nın bastığı kitapların tarih, coğrafya, dil gibi konularla askerlik sahasında olduğu dikkat çekmektedir. Matbaanın ilk kitapları 1000-1200 adet basılırken sonrakilerde bu sayı 500’e inmiştir. Bunda basılan kitapların satılamamasının rolü vardır. İbrâhim Müteferrika bastığı kitapların büyük bir kısmına ilâveler ve açıklamalar yapmış, bazılarına ise notlar ve haritalar ekleyerek zenginleştirmiştir. Bilhassa Kâtib Çelebi’nin Cihannümâ’sına yaptığı ilâveler, onun Rönesans sonrası Avrupa’daki ilmî gelişmeleri nasıl takip ettiğini açıkça göstermektedir. Bu ilâvelerde yer alan, Batı’da gelişen yeni astronomi ve kâinat sistemleri hakkındaki bilgiler, eserin yayımını takip eden bir asır boyunca Türkçe literatürde bu konudaki en önemli metin olmuştur. İbrâhim Müteferrika’nın ölümünden sonra matbaanın işletme izni, Rumeli kadılarından İbrâhim Efendi ile Anadolu kadılarından Ahmed Efendi’ye verilmiştir.

Eserleri. 1. Risâle-i İslâmiyye. İbrâhim Müteferrika’nın kendi adıyla tanınan belli başlı iki eserinin ilkidir. Öteden beri yanlış biçimde Hıristiyanlığa karşı İslâmiyet’in müdafaası diye tanıtılan kitap 1710 yılında kaleme alınmıştır ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan nüshası altmış beş varaktan meydana gelmektedir. Müteferrika müslüman olmasının sebeplerini, İslâmiyet’in son hak din olduğunu ve önceki kutsal kitapların onu nasıl müjdelediğini anlattığı bu eserinde yer yer Hıristiyanlığı ve Kitâb-ı Mukaddes’i eleştirmektedir. Kitâb-ı Mukaddes’teki Hz. Muhammed’i ve İslâmiyet’i övücü cümleleri naklettikten sonra bunları açıklayan Müteferrika, ayrıca ilgili gördüğü başka âyetlerin de tercüme ve tefsirlerini yaparak sebeb-i nüzûlleri üzerinde durup gerçek mânaları hakkında kendi kanaatlerini ortaya koymuştur. Eser, bir inceleme ve başına müellifi hakkında eklenen bir değerlendirmeyle birlikte Matbaacı İbrahim-i Müteferrika ve Risâle-i İslâmiye adıyla Halil Necatioğlu tarafından yeni harflerle neşredilmiştir.

2. Vesîletü’t-tıbâa. Matbaanın önemi, gerekliliği ve faydası üzerine 1726’da kaleme alınan risâle daha sonra Vankulu Lugatı’nın başında da yayımlanmıştır. Halasi-Kun gibi araştırmacılarca bir inkılâp programı şeklinde nitelenen bu eserinde Müteferrika, tarih boyunca bazı istilâlar yüzünden yazma eserlerin nasıl yok olduğunu, daha sonraları doğru düzgün yazı yazacak hattatlar kalmadığından yazmaların birçoğunun yanlışlarla dolu bulunduğunu, halbuki matbaa sayesinde yazıların daha okunaklı ve hatasız basılacağını, fiyatlarının ucuzlayacağını, bu sayede de büyük kütüphaneler kurulacağını söylemektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin cihadla İslâm’ın şerefini arttırdığı gibi kitap basmak suretiyle de İslâm kültürüne hizmet edeceğini, Avrupalılar’ın bu tür kitapları çeşitli yanlışlarla çoktandır basmaya ve bu suretle doğu ülkelerinden para çekmeye başladıklarını, eğer Osmanlı Devleti’nde bir matbaa kurulursa bu paranın da memlekette kalacağını açıklamaktadır.

3. Usûlü’l-hikem fî nizâmi’l-ümem. 1731 yılında I. Mahmud’a sunulan ve Müteferrika Matbaası’nın dokuzuncu kitabı olarak (1732) yayımlanan eser siyasetnâme türünde bir çalışmadır ve daha çok devlet düzeni ve askerlik sanatıyla ilgilidir. Müteferrika önsözünde okuduğu Latince kitaplarda askerlik, savaşlar ve devlet yönetimine dair dikkatini çeken bazı parçalardan hareket ederek kaleme aldığını belirttiği eserini Sultan Mahmud’a bir nevi ıslahat projesi gibi sunmuştur. Kitabın başında Avrupa’daki devlet yönetimi şekilleri “monarkiya”, “aristokrasiya” ve “demokrasiya” başlıklarıyla üç gruba ayrılmıştır. Eserde ayrıca fizik, astronomi ve coğrafya ilimlerinin devlet yönetimindeki önemi üzerinde durulmuş, bu ilimlerin gelişmediği bir ülkede sağlam bir devlet düzeninin kurulamayacağı belirtilmiştir. Bunun yanında ilk defa “nizâm-ı cedîd” tabirini kullanarak Osmanlı Devleti’nin de XVIII. yüzyıl Avrupa’sında gelişen yeni askerlik düzenlerini mutlaka alıp uygulaması gerektiğini ifade etmiştir. Kitap 1769’da Viyana ve Paris’te Fransızca olarak yayımlanmış, 1777’de Fransızca’sından Rusça’ya çevrilmiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Avrupalılaşma hareketinin beyannâmesi” diye nitelediği eser, Adil Şen tarafından müellif ve kitap üzerine geniş bir incelemeyle birlikte İbrahim Müteferrika ve Usûlü’l-Hikem fî Nizâmi’l-Ümem adıyla yayımlanmıştır.

İbrâhim Müteferrika’nın yine kendisi tarafından basılan Târîh-i Seyyâh ve Füyûzât-ı Mıknatısiyye adında iki çevirisi bulunmaktadır. Bunların çeşitli Latince eserlerden derlenen ikincisi, daha ziyade Cihannümâ’nın yapmayı tasarladığı yeni baskısı için hazırlanmıştır. Müteferrika’nın tercüme ettiği bir diğer eser olan Andreas Cellarius’un Atlas Coelestis’in tek nüshası Askerî Müze Kütüphanesi’nde kayıtlıdır. İbrâhim Müteferrika, Sultan III. Ahmed’in emriyle başladığı bu tercümeyi 1733’te tamamlamış ve astronomi konusunu tek başına ele alan esere Mecmûatü hey’eti’l-kadîme ve’l-cedîde adını vermiştir. Cihannümâ’da güneş merkezli sistemi anlatırken takındığı ihtiyatkâr tavrın yerini bu tercümede daha az ihtiyatlı bir tavır almıştır.

İbrâhim Müteferrika Osmanlı haritacılık tarihinin de en önemli simalarındandır. Onun, Osmanlı haritacılığını çağdaş seviyeye ulaştırma hedefini güden bu çalışmaları Osmanlı haritacılığında yeni bir dönemin açılmasını sağlamıştır. Müteferrika’nın gerekli gördüğü kitaplara ilâve ettiği haritalar dışında kendi çizdiği ve bastığı haritalar da vardır. Çeviri yoluyla hazırlanmış olan haritalarından ilki (1720) tarihli Marmara denizi haritasıdır. Bu haritanın yalnız klişesi bulunabilmiştir. İkinci haritası “Bahriyye-i Bahr-ı Siyâh” adını taşımaktadır ve (1724-25) basılmıştır. “Memâlik-i Îran” haritası ise (1729-30) yılında neşredilmiştir. Dördüncü haritası olan “İklîm-i Mısır”a ise müstakil olarak çok az rastlanmaktadır. Müteferrika’nın bastığı Süheylî’nin beraberce yayımlanan Târîh-i Mısri’l-cedîd ve Târîh-i Mısri’l-kadîm (1142) adlı kitaplarının arkasına eklenmiştir.

Halasi-Kun, Gian Battista Toderini’yi kaynak göstererek Müteferrika’nın hayatının sonlarına doğru bütün Doğu ve Batı dillerini kapsayacak geniş bir lugat hazırlamakta olduğunu, ancak bunu tamamlayamadığını kaydeder.

Kaynak: İslâm Ansiklopedisi