Yunus Paşa
Devrin kaynaklarında Yunus Paşa’nın hayatının ilk yıllarıyla ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmaz. Bununla birlikte bazı araştırmalarda Arnavut asıllı olduğu ve devşirilerek saraya alındığı belirtilir. II. Bayezid dönemine ait hazine kayıt defterlerinde kendisinden kapıcıbaşı diye söz edilmesi, Enderun’a girdiğini ve iyi bir eğitim aldıktan sonra önemli sayılabilecek görevlere getirildiğini düşündürür. 907-911 (1501-1505) yılları arasında kapıcıbaşı olarak bazı önemli hizmetlerde bulunduktan sonra (10 Eylül 1505) Hasan Ağa’nın yerine yeniçeri ağalığına getirildi. Muhtemelen daha kapıcıbaşı iken II. Bayezid’in kızı Selçuk Hatun’un Mustafa Paşaoğlu Mehmed Bey’le olan evliliğinden doğan kızlarından biriyle (Asılhan Hatun) evlendirildi. Hazine kayıtlarında bu evliliğe dair ilk bilgiler (19 Şubat 1502) tarihine aittir. Beş yıl kadar sürdürdüğü yeniçeri ağalığı sırasında 1509’daki büyük depreme şahit oldu ve muhtemelen İstanbul’un yeniden imarında da görev aldı. Şahkulu Baba Tekeli isyanı esnasında isyanı bastırmakla görevlendirilen Vezîriâzam Atik (Hadım) Ali Paşa’ya eşlik eden yeniçerilerin başında söz konusu harekâta katılmayarak İstanbul’da kaldı. (Mayıs 1511) Bursa kadısının isyan vesilesiyle kendisine gönderdiği yardım talebiyle ilgili mektubunu alarak durumu divana bildirdi. Şehzade Selim’in (Yavuz Sultan Selim) taht iddiasıyla ortaya çıkıp Rumeli yakasına geçmesi ve babası II. Bayezid ile irtibat kurmaya çalışması sırasında padişahla birlikte Edirne’de olduğu, hatta (3 Ağustos 1511) Uğraşdere mevkiinde Şehzade Selim ile II. Bayezid arasındaki çarpışmada yeniçerilerin başında bulunduğu anlaşılmaktadır. Şehzade Selim’in geri çekilmesinin ardından, Vezîriâzam Ali Paşa’nın Şahkulu ile yaptığı savaşta başarısızlığa uğrayıp hayatını kaybetmesi üzerine maiyetindeki yeniçerilerin Şehzade Selim’i desteklemeye başlamaları karşısında nasıl bir tavır takındığı bilinmemektedir. Ancak daha sonra meydana gelen görev değişikliklerinde (1 Eylül 1511) Rumeli beylerbeyiliğine tayin edilen Sinan Paşa’nın yerine Anadolu beylerbeyi olması II. Bayezid’in yakın çevresindeki grupta yer aldığını düşündürmektedir.
Yûnus Paşa’nın Anadolu beylerbeyiliği kısa sürdü; (12 Ocak 1512) Sinan Paşa üçüncü vezirliğe getirilince ondan boşalan Rumeli beylerbeyiliğine tayin edildi. Muhtemelen bu sırada asker arasında Selim’e taraftar olanların artması üzerine o da Şehzade Ahmed’e karşı Selim’i destekleyen paşalara katıldı. Nitekim bir kayda göre Selim’in İstanbul’a davet edilmesi fikrini padişaha kabul ettirenlerden biriydi. Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkmasının ardından Dimetoka’ya çekilen II. Bayezid’e refakat etti; ancak onun yolda vefat etmesinden sonra Rumeli beylerbeyiliğinden alınıp merkezden uzaklaştırıldı. Bu durum büyük ihtimalle, Uğraşdere çarpışmasında II. Bayezid’in yanında yer alması sebebiyle Yavuz Sultan Selim’in ona tam güvenmemesinden kaynaklanmıştır. Uzun bir süre Bosna beylerbeyiliğinde kaldı; Çaldıran seferi esnasında da Bosna’da görev yaptığı ve sınır boylarında emniyeti sağladığı anlaşılmaktadır. Hatta ona Klis Kalesi’nin fethi için izin de verilmişti (25 Eylül 1515). Hemen ardından (13 Ekim) Mustafa Paşa’nın vezirlikten azledilerek Bosna’ya tayini üzerine merkeze gelmesi emredildi. (14 Aralık 1515) Edirne’ye ulaşıp divanda paşalarla görüştü ve oğlu Mehmed Çelebi ile birlikte hediyeler sundu. Fakat o sırada padişah vezirlere kızgın olduğundan onunla görüşemedi ve hediyeler divanda kaldı. Gelişinden iki gün sonra padişah tarafından kabul edildi. Haydar Çelebi’nin kaydına göre muhtemelen bu sırada kendisine Rumeli beylerbeyiliği görevi verilmişti. Ancak Mısır seferine çıkılacağı esnada vezîriâzam olan Hadım Sinan Paşa’nın yerine (26 Nisan 1516) vezirliğe getirildi. Mercidâbık Savaşı’nda merkez kuvvetlerin sağ ve sol kanadının idaresi hususunda Sinan Paşa ile anlaşmazlığa düştü; padişahın müdahalesiyle sol kolda yer aldı. Savaşın kazanılmasının ardından takip ettiği Halep Emîri Hayır Bey’in Osmanlılar tarafına ilticasını sağladı, onu padişahın yanına getirdi. Halep ve Şam’da padişahla birlikte harekât planlarının yapılmasında rol oynadı. Bilhassa Şam’da iken padişahın Kahire üzerine yürünmesi konusundaki fikirlerine karşı çıktı, yolun zorluklarını ileri süren ve daha fazla ileri gidilmemesini tavsiye eden grupta yer aldı. Bazı kaynaklarda Mısır’a gidilip gidilmemesi hususunda düşüncesini soran padişaha Şam’a kadar pek çok yerin elde edildiğini, Mısır ülkesinin çok geniş, zaptının ve kontrolünün çok güç olduğunu, ayrıca yolun büyük meşakkatlerle dolu bulunduğunu, Memlük beyleri ve Urban ile baş etmenin zorluğunu bildirdi. Bununla beraber padişahın kararlı tavrı karşısında onu desteklemekten geri durmadı. Özellikle çöl geçilirken su sıkıntısını önlemek için büyük gayret sarfetti. Bu sırada 15.000 deve ile 30.000 kırba suyu ordu için tedarik ettiğine dair bilgiler vardır. 15 Aralık 1516’da Şam’dan Mısır’a doğru hareket eden padişahın yanında yer aldı ve onunla birlikte Kudüs’ü ziyaret etti. Bir başka kaynakta Yavuz Sultan Selim’in Kudüs ziyareti sırasında onun askerle birlikte Remle’de beklediği belirtilir. Kahire önlerine varıldığında hemen ordugâh kurulması, herhangi bir saldırı ihtimaline karşı ordunun ağırlık ve yüklerinin arkaya alınıp bunlara dayanılarak çarpışılması, savaşın ertesi güne uzaması durumunda gece burada kalınması ve sabahleyin savaşa girişilmesi teklifinde bulundu. Bu teklif herkes tarafından kabul edildi. Ridâniye Savaşı’nda başında bizzat padişahın bulunduğu merkez kuvvetlerinin sol kanadını idare etti. Vezîriâzam Sinan Paşa’nın yönettiği kola saldıran ve onu yaralayıp ölümüne sebep olan Memlükler üzerine hızla yürüyerek onları tamamen dağıttı. Ardından Kahire’nin kontrol altına alınması işiyle görevlendirildi. Üç gün süren sert Memlük direnişini kırmak için büyük çaba sarfetti, bu arada bir ok isabetiyle yaralandı. Sonunda zorlukla da olsa duruma hâkim olununca gösterdiği büyük gayret dolayısıyla padişah kendisini vezîriâzamlık makamına getirdi ( 3 Şubat 1517). Kahire’den kaçan son Memlük Sultanı Tomanbay’ın yakalanması harekâtına aldığı yaradan dolayı katılamadı ve şehirde kaldı. İyileşince Kahire’de Kal‘atülcebel’de muhafaza görevi yaptı.
Tomanbay’ın başarılı bir harekâtla yakalanmasının ardından Yavuz Sultan Selim’in (10 Nisan 1517) topladığı divanda Mısır beylerbeyiliğiyle görevlendirilen Yûnus Paşa, bundan sonra Kahire’de asayişi sağlamaya ve Memlük beylerini Osmanlı idaresine ısındırmaya, halkın işlerini halletmeye ve Osmanlı sistemini yerleştirmeye çalıştı. Padişahın İskenderiye’yi ziyareti sırasında Kahire’de kaldı. Ancak idareciliği esnasında bazı devlet görevlilerinin suistimallerini önlemekte başarısız oldu. Hatta bizzat bu kimseleri koruduğuna dair şâyialar çıktı. Memlük beylerinin konaklarındaki eşyalara el konulduğu, ailelerine uygunsuz şekilde davranıldığı, Arap şeyhlerine baskı yapıldığı, aşırı vergilerle huzursuz edildikleri gibi şikâyetler giderek artmaya başladı. Aslında Yûnus Paşa eski Memlük âdetlerinin yerine Osmanlı sistemini yerleştirmeye gayret ediyordu. Bundan dolayı uygulamaları Mısır ileri gelenlerince tepkiyle karşılanıyordu. Malî sistem hususundaki belirsizlikler ve Osmanlı vergileriyle Memlük sisteminin bağdaştırılamamasından meydana gelen problemler çok geçmeden Yûnus Paşa’nın azline yol açtı. Onun yıpratılmasında Hayır Bey’in de etkili rolü olduğundan söz edilir. Nitekim İstanbul’a dönüş kararı alan padişah gereken hazırlıkları yaptırırken Yûnus Paşa’yı beylerbeyilik görevinden aldı, yerine Hayır Bey’i getirdi (31 Ağustos 1517). Bununla beraber vezîriâzamlık görevi sürdü. Ancak Yûnus Paşa bu durumu kabullenemedi, öteden beri çekişme içinde olduğu Hayır Bey’in beylerbeyiliğe getirilmesine şiddetle itiraz etti. Ayrıca Osmanlı askerlerini çok uğraştırmış olan, Ridâniye’de Sinan Paşa’ya karşı yapılan hücuma bizzat katılan Canbirdi Gazâlî’ye hak ettiğinden fazla değer verildiği kanaatini taşıyor, bu yolda da padişaha itirazda bulunuyordu. Bu kabil itirazlarını sürdürdüğü bir divan toplantısında Yavuz Sultan Selim’i aşırı ölçüde öfkelendirdiği anlaşılmaktadır. Hatta padişah kızgınlığından divanı terketmiş, ardından Bilbîs konağında iken (13 Eylül 1517) solaklar kethüdâsına emir yollayarak boynunu vurdurmuş, başını üç gün teşhir ettirip ondan sonra cesedinin Katya’da gömülmesini emretmiştir; diğer bazı kaynaklarda ise onun Hanyûnus’ta veya Hattâre’de defnedildiği belirtilir. Özellikle Celâlzâde Mustafa Çelebi, Hattâre adlı köyde katledildiğini yazarken bunun sebebini, Yûnus Paşa’nın padişahın kendisine karşı olan teveccühüne güvenerek mağrur bir şekilde hareket etmesine, hatta isyana kalkışma niyeti taşımasına, bunu farkeden padişahın İstanbul’a dönüşünün ardından onun Mısır’da bırakılması halinde isyan edebileceği kanaatiyle görevden almasına, buna çok üzülen paşa için artık kendisinden hayır gelmeyeceği fikrine varmasına dayandırır. İdrîs-i Bitlisî de Sâlihiye yakınlarındaki Hattâre’de katledildiğini yazarken tarihi yanlış verir, onun isyan başlatma eğiliminde bulunduğuna dair şâyiayı tekrarlar. Bütün bu gerekçelerin idam sebebini meşrûlaştırma gayretinin sonucu olduğu açıktır.
Dönemin kaynaklarında askerlik sanatında mâhir, iyilik sever, fakat sert bir mizaca sahip olduğu, ayrıca mal hırsıyla hareket ettiği, büyük harcamalar yaptığı ve gösterişe önem vererek kalabalık maiyetiyle dikkati çektiği ifade edilir. Yûnus Paşa’nın Sakarya iline bağlı Taraklı’da (Yenice-i Taraklı) bir camisinin bulunduğu da belirtilir. Camiyle ilgili kayıtlarda buranın “merhum Yûnus Ağa” tarafından yaptırılıp 20.000 akçe yanında on yedi dükkân ve bir arsa vakfedildiği bilgisi yer alır. Bu durumda sözü edilen Yûnus Ağa’nın Yûnus Paşa ile aynı kişi olup olmadığı problemi ortaya çıkar. Camiyi yeniçeri ağalığı sırasında inşa ettirmiş olması düşünülebilirse de niçin Taraklı’yı seçtiği anlaşılamamaktadır. Bir münşeat mecmuasında bazı arzları ve mektuplarından örneklere rastlanır. Ona ve hanımına atfedilen iki tablonun Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunduğu belirtilmektedir.
Kaynak: İslâm Ansiklopedisi