Topkapı Sarayı
Topkapı Sarayı, İstanbul Yeni Sarayı / Topkapı Sarayı, İstanbul’da tarihî yarımadanın ucunda Marmara denizine, Asya-Üsküdar ve Haliç’e bakan, dolayısıyla her yönden şehre hâkim bir mevkide 70 dönümlük bir alanda kurulmuştur. İstanbul’un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra Zeytinlik diye adlandırılan Sarayburnu’nda bahçe düzenlemeleri ve köşklerle başlayan inşaat Sûr-ı Sultânî (Kal‘a-i Sultânî) adı verilen surlarla devam etmiştir. Topkapı Sarayı’na XIX. yüzyılın ortalarına kadar her dönemde çeşitli ilâveler yapılmıştır. Devlet teşkilâtına ve kullanım ihtiyacına göre şekillenen saray birçok mimari ve süsleme özelliği göstermektedir. Genel olarak bulunduğu araziye uygun biçimde yatay bir genişlemeyle birbirine eklemlenmiş bir yapılanmaya sahiptir. Devrin kaynaklarında yer alan, binanın başlangıç ve bitiş tarihleriyle ilgili bilgiler birbirinden farklıdır. Bâb-ı Hümâyun’un üzerindeki tarih 1478 olduğuna göre inşaata bu tarihten önce ve muhtemelen 1465’te başlandığı kabul edilebilir. Saraya yapımından sonra uzun yıllar, muhtemelen XVIII. yüzyıla kadar Beyazıt’taki eski saraydan dolayı Sarây-ı Cedîd-i Âmire denilmiş, ardından deniz tarafında bulunan ve yanlarına topların yerleştirilmiş olması sebebiyle Toplu Kapı denilen köşkün isminden dolayı Top Kapısı Sarayı adı kullanılmaya başlanmıştır.
Sarayın, Bizans dönemi şehir surlarına dayanan surları üzerinde en büyüğü, ana giriş kapısı niteliğindeki Bâb-ı Hümâyun’la birlikte Demir Kapısı ve Otluk Kapısı adı verilen üç büyük kapısı ve beş adet hizmet kapısı (koltuk kapısı) vardır. Birinci kapı olan Bâb-ı Hümâyun iki katlı bir köşk kapı olup üstündeki kitâbe Ali b. Yahyâ es-Sûfî imzalıdır. Köşkün cephesinde üst kısmının alt sırasında yedi, üst sırasında altı pencere bulunuyordu. XIX. yüzyılın ikinci yarısında yangın ve depremden zarar gören yapının üst katı yıkılmıştır. Şehrin Osmanlı öncesi surlarına dayanarak sarayı çevreleyen Sûr-ı Sultânî ile birlikte ana kapıların da ilk inşaatla beraber yapıldığı kabul edilir. Topkapı Sarayı’nın teşkilât açısından dört bölümden meydana geldiği söylenebilir: Hizmet ve koruma alanı (Bîrun), idarî merkez (Dîvân-ı Hümâyun), eğitim alanı (Enderun) ve özel yaşam alanı (Harem).
Topkapı Sarayı üç ana avlu ve üç âbidevî kapı etrafında şekillenmiştir. Birinci kapı Bâb-ı Hümâyun, ikinci kapı Bâbüsselâm, üçüncü kapı Bâbüssaâde’dir. Bâb-ı Hümâyun ile Bâbüsselâm arasındaki büyük meydan sarayın ihtiyaçlarını karşılayan birimlerin ve çalışanların bulunduğu kısımdır. Ayrıca halkın ve askerin girip çıkabildiği bir meydan özelliği göstermektedir. Bilhassa cülûs ve bayram törenleri esnasında törene katılan devlet adamlarının maiyetleri ve yeniçerilerin beklediği bir alan olduğu yazılı kaynaklardan ve XVI. yüzyıl minyatürlü eserlerinden tesbit edilebilmektedir. Bu işleviyle birinci avlu, devlet merkezinin askere ve halka açık tutulduğu alan olup etrafı surla çevrilmesine rağmen padişahın kendi yaşam alanını şehirden ayırmak istemediğini göstermesi bakımından önemlidir. Bâb-ı Hümâyun’dan Bâbüsselâm’a doğru giderken sağda sarayın hastahanesi (Enderun Hastahanesi), su dolabı gibi hizmet binaları ile fırınlar bulunurdu. Sol ön tarafta sarayın her bölümünde kullanılacak odunların yığıldığı bir alan vardı. Bu kısmın devamında Bizans döneminden intikal eden ve İstanbul’un fethinden sonra cebehâne şeklinde kullanılan Aya İrini Kilisesi ile ambarhane yer alıyordu. İkinci kapıya daha yakın bir yerde olan Deâvî Kasrı sekizgen planlı ve kuleli yapısıyla küçük bir köşk biçimindeydi ve işlevi açısından önemliydi. Sorunlarını divana ve hükümdara ulaştırmak isteyen kişiler dilekçelerini bu köşk içindeki görevliye verirlerdi. Birinci avluda sarayın ihtiyaçlarını şehir esnafına gerek duymadan sağlayan görevliler vardı. Saray içinde idarî vazifeleri olan matbah-ı âmire emini, ıstabl-ı âmire emini, arpa emini gibi görevliler, cerrahbaşı, kehhâlbaşı gibi hekimlerle hünkâr imamı, padişah hocası gibi ulemâ sınıfından gelenler İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya göre Bîrun halkını teşkil ediyordu. Fırınlar, hastahane, nakkaşhâne, mimarlar ocağı, mehterhâne ve ıstabl-ı âmire Bîrun kısmı diye adlandırılırdı. Bu sınıflandırma saray teşkilâtının genel yapılanması şeklinde kabul edilmeli, ancak zaman zaman farklı uygulamalar olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu sınıflandırmaya göre Enderun ve Harem dışındaki bütün kısımlar Bîrun olarak düşünülmüştür.
Bâbüsselâm ikinci avlunun girişinde iki kuleli, iki cepheli âbidevî giriş kapısı olup devlet merasimlerinin icrasına başlanan yerdi. İç içe iki kapıdan ve kapı arasındaki odalardan meydana gelen yapının üstündeki kuleler araştırmacıların dikkatini çekmiştir. Kulelerin biçimsel özelliği Kanûnî Sultan Süleyman’ın Avrupa seferi sırasındaki gözlemlerine dayandırılmakta ve kapı üzerinde yenileme esnasında ilâve edildikleri kanaatini uyandırmaktadır. Bununla beraber Topkapı Sarayı hakkında geniş bir çalışma yapan Gülru Necipoğlu kulelerin surlarla beraber Fâtih Sultan Mehmed döneminde yapıldığını düşünmektedir. Dîvân-ı Hümâyun toplantılarında kapıcıbaşılar ve çavuşbaşılar devlet adamlarını Bâbüsselâm’ın önünde karşılardı. Yeniçeri ağası divan günlerinde erkenden gelir, burada vezirlerin gelmesini beklerdi. Küçükten büyüğe doğru her gelen vezir bir üstündekini bekler, o geldiği zaman selâm çavuşları tarafından karşılıklı selâmlaşırlardı. Bâbüsselâm önünde sabahın erken saatinde yapılan bu törenden sonra devlet adamları içeriye girer, çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdâsı refakatinde divana giderlerdi. Devlet adamlarının kendi yanında çalışan memurları içeriye girmez, kapı dışında beklerdi. Osmanlı Devleti’ne gönderilen elçiler oldukça kalabalık bir maiyetle gelir, maiyetin büyük kısmı ancak Bâbüsselâm’a kadar eşlik eder ve yine bu kapı dışında birinci avluda elçinin görüşmesinin bitmesini beklerdi. Kapıdan hükümdar hariç hiç kimse atla girmezdi, dolayısıyla birinci avlu gelenlerin atlarının ve bakıcılarının da beklediği kısımdı.
İkinci kapı ile üçüncü kapı arasındaki Alay Meydanı devletin idare merkezidir. Avlu özellikle XVI. yüzyılda burada yapılan merasimlerden dolayı az ağaçlı bir meydandı. Minyatürlerden edinilen bu gözleme ve elçilerle birlikte gelenlerin anlattıklarına göre meydanda ceylan, karaca gibi hayvanlar dolaşıyordu. Bâbüsselâm’dan divanhâne, Bâbüssaâde ve matbah gibi ana kısımlara geçilen bahçede taş döşeli ince yollar vardı. Kubbealtı’na doğru vezir yolu olarak tabir edilen yoldan divana giden devlet adamları geçer, divana girmeden Bâbüssaâde tarafına dönüp gıyabında hükümdara selâm verirlerdi. Meydanın karşısındaki üçüncü anıtsal kapı, sol taraftaki Kubbealtı, sağ taraftaki mutfak revakları orta avluyu özgün bir meydana dönüştürmektedir. Bâbüssaâde’nin iki yanında sekilerin üstü halılarla döşenir, Bâbüssaâde ağası, Dârüssaâde ağası, Enderun ağaları divan günlerinde burada beklerlerdi. Çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdâsı orta avluda en fazla görevi olan kişilerdendi. Bunlar devlet adamlarının saraya gelişinde her birini karşılar ve gideceği yere kadar refakat ederdi. Her ikisine bağlı kapıcılar ve çavuşlar sarayın ve özellikle orta avlunun asayişini temin eder, toplantı günlerinde merasimlerin teşrifata uygun yapılmasından sorumlu tutulurdu.
Bâbüsselâm’dan orta avluya girince divanhâneden önce sol taraftan aşağıya doğru inen yolun sonunda has ahırlar yer alırdı. Istabl-ı âmire diye adlandırılan bu kısımda imrahor, emin, kethüdâ, kâtip, saraçlar ve atlardan sorumlu olan seyisler, yamaklar gibi görevliler çalışırdı. Has ahırda sadece hükümdarın çok kıymetli atları bulunurdu. Atlara ait mücevher bezemeli koşum takımları buradaki raht hazinesinde muhafaza edilirdi. Padişah alay-ı hümâyun için saray dışına çıktığı zaman buradaki atların bir kısmı yedek şeklinde merasime dahil edilirdi. Ayrıca arefe merasiminde atlar orta avluya çıkarılır ve yürütülürdü.
Orta avlunun en önemli yapısı divanhânedir (Kubbealtı). Avlunun sol üst tarafındaki bu yapı sarayda devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı merkezdi. Fâtih Sultan Mehmed zamanında inşa edilen yapı Kanûnî Sultan Süleyman’ın vezîriâzamı İbrâhim Paşa tarafından yenilenmiştir. Bâbüssaâde önünden sola doğru giden revakların bittiği yerde bulunan eski divanhâne bu onarım sırasında biraz daha öne çekilmiştir. Divanhânenin yukarıya doğru hemen yanında divan memurlarının çalıştığı bölüm ve defterhâne, Bâbüssaâde revaklarına doğru üst kısmında ise dış hazine binası yer almaktaydı. Divan toplantısı başlarken çavuşbaşı mühürlü kapıyı vezîriâzam ve defterdar önünde açar, günlük işler bittikten sonra aynı şekilde kilitlerdi. Divan toplantıları, elçi kabulleri, ulûfe dağıtılması sırasında devlet adamları burada bulunurdu. Haftada ortalama dört gün yapılan divan toplantıları esnasında sabah namazından hemen sonra başlayan çalışmalar haftanın iki günü matbah-ı âmireden gelen öğle yemeğinin ardından sona erer, devlet işleri sadrazam sarayına intikal ederdi. Diğer iki gün ise öğle yemeğinin ardından divan üyesi olan devlet adamları ile yeniçeri ağası padişahla Arz Odası’nda teşrifat sırasıyla görüşürdü.
Fâtih Sultan Mehmed döneminde bazan haftanın her günü, bir süre sonra haftada dört gün toplanan divana vezîriâzam, vezirler, kazaskerler, defterdarlar, nişancı, kaptan paşa ve beylerbeyiler gibi asıl üyelerden başka gerektiğinde yeniçeri ağası ve şeyhülislâm katılırdı. Ayrıca daha kalabalık bir grup halinde başta reîsülküttâb, çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdâsı divan kalemlerinin âmiri olan memurlar gelirdi. Bu durum Alay Meydanı’nın en az haftada dört gün devlet adamları tarafından kullanıldığını göstermektedir. Cülûs merasimleri ve bayramlar gibi en önemli iki tören burada yapılırdı. Bu törenler esnasında Bâbüssaâde önüne taht kurularak devlet erkânı, ulemâ ve ordu temsilcilerinin katılımı ile biat, kabul ve tebrikleşme merasimi icra edilirdi. İkinci avluda yapılan törenlerden biri de elçi kabulleridir. Elçi ve maiyetinin bir kısmı orta kapıdan karşılanıp divanhâneye getirilir, elçi ve yakın maiyeti divan toplantısının yapıldığı kısma alınırdı. Genellikle askerlere maaşlarının verildiği günler olan ve bir galebe divanına denk getirilen bu günde gerek dış avluda gerekse orta avluda askerlerden meydana gelen büyük bir kalabalık toplanırdı. Elçilerin maiyetinde gelen bazı gözlemciler sarayın orta avlusunda bekleyen askerleri, divanhânenin önünde elçinin maiyetini ve sağ taraftaki mutfaktan ziyafet için taşınan yemekleri ayrıntılı biçimde anlatırlar.
Divanhânenin toplantı yapılan birinci oda-salonunun karşı duvarında bulunan kafesli pencerenin arkasında yükselen Adalet Kulesi (Adalet Kasrı), Topkapı Sarayı’nın en dikkat çekici yapılarından biridir. Fâtih Sultan Mehmed devrinde sarayla birlikte tasarlandığı anlaşılan Adalet Kulesi’nin kaidesi ilk yapıldığı yıllardan kalmış, üst bölümü zamanla tamirler esnasında değişikliğe uğramıştır. Bugünkü görüntüsü büyük ölçüde II. Mahmud dönemine aittir. Adalet Kulesi’nin yapılmasındaki en önemli etken, divan toplantılarının vezîriâzamın idaresine verilmesi ve hükümdarın istediği zaman divanı takip etmesiyle ilgilidir. Kulenin arkadan Harem tarafına açılan bir kapısı hükümdarın kimseye görünmeden buraya geçmesini sağlardı. Yapı ayrıca Osmanlı hükümdarlarının adalete verdiği önemin göstergesi kabul edilebilir.
Meydanın sağında yer alan matbah-ı âmire temelde ilk yapı ile birlikte inşa edilmişse de sarayın bugünkü resmi içindeki belirgin görüntüsü 1574 yılında ortaya çıkan yangın sonrasına aittir. Mutfaklar Mimar Sinan tarafından ana yapı korunarak tekrar inşa edilmiştir. Dışarıdan bakıldığında konik kubbeler üzerindeki bacalarıyla hemen dikkati çeken mutfakların karşısında aşçılar için koğuşlar yapılmıştır. Orta avluya açılan kapılardan girildiğinde uzun bir koridorun bir tarafında ocaklar, bir tarafında koğuşlar kendi içinde bağımsız bir alan teşkil ediyordu. Ocaklar bugün aslî şekliyle dururken aşçı koğuşlarının bir kısmı tamamen yenilenmiş, bir kısmı ortadan kalkmıştır. Bir günde 1500 ile 3000 kişilik yemek hazırlayabilen mutfak efradı divan toplantısı ve elçi kabulü günlerinde çok daha fazla yemek çıkarabiliyordu. Mutfak dokuz ocak ve bir helvahâne kısmından meydana gelmekteydi. Ayrıca kilâr-ı âmire, tavukhâne ve saray bahçesinde sebze yetiştirilen kısımlar matbah-ı âmire ile ilişkiliydi. Hükümdara yemek pişirilen küçük mutfak ise (kuşhâne) teşkilât açısından matbah-ı âmireye bağlı olmakla beraber üçüncü avlunun sol ön kısmında yer almaktaydı.
Hükümdarların katıldığı resmî devlet törenleri Bâbüssaâde’nin meydana bakan kısmının önünde yapılırdı. Bu husus Bâbüssaâde’yi sarayın önemli kısımlarından biri haline getirmişti. Bâbüssaâde’den içeri girilince karşıda Arz Odası’nın arkasında Enderun Kütüphanesi vardır. Enderunlular’a ait koğuşların açıldığı üçüncü avluya bundan dolayı Enderun Meydanı denilmekteydi. Fâtih Sultan Mehmed devrinde yapılan Arz Odası daha sonra pek çok defa yenilenmiş olup bugün asıl kaide kısmının XV. yüzyıldan kaldığı düşünülmektedir. Divanhânenin arkasına yerleştirilen Adalet Kulesi gibi Arz Odası da Fâtih ile beraber hükümdarın devlet içindeki konumunun daha yukarıya çekilmesi, vezîriâzam ve Dîvân-ı Hümâyun’un yetkilerinin kanunlaşması ve genişlemesiyle ilgilidir. Nitekim Fâtih tarafından yazdırılan Leysîzâde Kanunnâmesi’nde Arz Odası söz konusu edilerek divanda görüşülen bazı konuların vezîriâzamın yetkisine verilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Arz Odası’nın bir kapısı Bâbüssaâde’ye, hükümdara ait olan arkadaki diğer kapısı da Enderun Meydanı’na (Enderun Kütüphanesi) açılır. Yapının etrafında saçaklı çatı altında mermer sütunlu revakların bulunduğu bir gezinti yeri vardır. İç kısmında taht, bir ocak ve bir çeşme mevcuttur. Divanda her gün toplantı yapıldığı zamanlar haftada dört, dört gün toplanıldığı zamanlar haftada iki gün devlet adamları Arz Odası’nda padişahla görüşür, buna “arza girmek” denirdi. Osmanlı devlet teşrifatında belirlenen sıraya göre önce yeniçeri ağası girer, orduyla ilgili meseleleri konuşup çıkardı, ancak vezirlik pâyesi varsa Bâbüssaâde’nin sağ tarafında beklerdi. Ardından çavuşbaşı ve kapıcılarkethüdâsı refakatinde kazaskerler arza girer, eğitim ve yargı ile ilgili meseleleri ve kararları bildirirlerdi. Divanhânede bekleyen vezîriâzamla vezirler, çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdâsının haber vermesi üzerine onun refakatiyle Arz Odası’nda arza çıkarlardı. Defterdarlar ve nişancı vezirlik pâyeleri varsa vezirlerle beraber görüşmeye girer, değilse girmezlerdi. Divan günlerinde yapılan arzlar dışında padişah burada istediği zaman devlet adamlarını kabul ederdi. Arefe merasiminde taht bu odanın Bâbüssaâde tarafına gelecek şekilde öne çıkarılır, hükümdar burada merasime katılmış olurdu. Arz Odası’nın arkasındaki Enderun Kütüphanesi fevkanî olarak ele alınmış, ortası kubbeli, üç eyvanlı bir plana sahiptir ve çinilerle süslenmiştir. Merdiven sahanlığı altında geniş bir çeşme yer alır. Avluda bulunan diğer bir yapı Ağalar Camii’dir. Enderunlu ağaların kullandığı caminin harem tarafına bağlanan bir kapısı daha vardır. Yapı günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’nin yazma eserler kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Üçüncü avluda yer alan Enderun’da büyüklü küçüklü odalar, doğancılar koğuşu (şahinciler), seferliler ocağı, kiler odası, hazine odası ve Has Oda (Mukaddes Emanetler Dairesi) yer almaktadır. Bâbüssaâde’den içeri girince sağ ve sol tarafta odalıların koğuşları, sağdan devam edince sağ üst tarafta Fâtih Köşkü ismiyle bilinen hazine kısmı vardı. Sol üst köşede Harem bölümüne yaslanan dört kubbeli taş yapı Has Oda idi. Burası, Yavuz Sultan Selim döneminde kutsal emanetlerin getirilmesinden sonra daha çok Hırka-i Saâdet Dairesi ismiyle anılmıştır. Fâtih Sultan Mehmed zamanında ihdas edilen Has Oda mensuplarının temel görevi bu daireyi korumaktı.
Topkapı Sarayı’nda Harem ikinci ve üçüncü avluların sol tarafında (Haliç’e bakan yönde) yer alan ayrı bir mekândır. Yapılanması ve genişlemesi büyük ölçüde Kanûnî Sultan Süleyman’ın uzun saltanat yıllarına dayanır. Fâtih zamanında kalabalık ve mükemmel bir teşkilât görülmediğinden bundan pek söz edilmemektedir. Harem kısmının ilk yapılarının hangileri olduğunu kesin biçimde tesbit etmek güçtür; bununla beraber XVI. yüzyıl sonuna doğru başlayan eklemeler XIX. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. İhtiyaç zuhur ettikçe eklenen odalar ve köşkler bu kısmın plansız bir şekilde içi çe karmaşık biçimde yapılanması sonucunu doğurmuştur. Harem’in önemli kısımları Vâlide Sultan Taşlığı, III. Murad Köşkü, Şehzadeler Mektebi, Zülüflü Baltacılar Koğuşu, III. Osman Köşkü ve Yemiş Odası olarak sıralanabilir. Harem kısmının mensupları padişah annesi, padişah kızları, kız kardeşleri ve eşleriyle halalar ve kardeş çocukları gibi hânedana mensup kadın akrabalardan meydana gelirdi. Harem’deki kadınların maiyeti zaman içinde kalabalıklaşmıştır. Harem’in diğer üyeleri saraya hediye edilen veya satın alınan câriyelerdi. Hânedana mensup olmayan kadın üyelerden ancak birkaç tanesi padişah eşi olur, diğerleri bu kısımda öğrenim ve terbiye gördükten sonra evlendirilerek saraydan çıkarılırdı. Şehir hayatına katılmayan Harem’deki kadınların eğitim, eğlence, giyim kuşam ihtiyaçları Dârüssaâde ağası tarafından karşılanır, şehirden alışverişleri Harem ağaları aracılığı ile yapılır, şehirle irtibatları ayrıca daha önce evlenip saraydan çıkan saraylılar vasıtasıyla olurdu. Harem’de yetişen kızların bir kısmı hazinedar usta, kalfa gibi hizmetli sınıfına dahil olurdu. Dairenin en itibarlısı daima vâlide sultandı. Harem kısmının bütün hizmetlileri Dârüssaâde ağasına bağlıydı. Baba tarafından hânedana mensup erkeklere önceleri çelebi, sonraları şehzade, kızlara sultan unvanı verilir, anne tarafından akraba olanlara beyzade ve hanım sultan denilirdi. Padişahın eşleri kadınefendi ve haseki unvanını alırdı.
Harem kısmının diğer üyeleri şehzadelerdi. XV ve XVI. yüzyıllarda yaklaşık sekiz on yaşlarında sancağa gönderildikleri için şehzadelerin kendilerine ait sarayları vardı. III. Mehmed’den sonra sancağa gönderilme usulünden vazgeçilmesiyle şehzadeler eşleri, yakınları ve hizmetlileriyle hayatlarının sonuna kadar Harem kısmındaki “Şimşirlik” denilen dairede yaşarlardı. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şehzadelerin saray dışında kendi evlerinde oturmalarına izin verilmiştir. Topkapı Sarayı’ndan önce Beyazıt Meydanı’nın arkasında yapılan Eski Saray, Harem teşkilâtının uzantısı olarak düşünülmelidir. Babaları veya eşleri tahtta bulunmayan hükümdar yakını kadınlar Eski Saray’da ikamet ederlerdi. Sarayın nüfusunun Fâtih Sultan Mehmed dönemi kayıtlarına göre 726 kişi civarında olduğu belirlenmektedir. Müteferrikalar, bahçıvanlar, sipahiler, silâhdarlar, ulûfeciler, kapıcılar, mehterler, ekmekçiler, solaklar, sekbanlar, cebeciler, has ahırda çalışanlar, saraçlar, seyisler, arabacılar, sakalar, şahinciler, çakırcılar kayda geçmiş olan görevlilerdi. 1478 tarihli bu kayıtta yer almayan Harem kısmı ve hükümdarın yakın hizmetindekilerle birlikte saray halkının 1500 kişiden fazla olduğu söylenebilir.
Enderun Meydanı’nın ardından dördüncü bir yerin ortaya çıkması buradaki binaların yapımından sonradır. Bu kısmın en önemli binaları IV. Murad’ın inşa ettirdiği Revan ve Bağdat köşkleridir. Her iki köşk de sarayın iç kısmında olmasına rağmen burada IV. Murad zamanında devlet adamlarıyla toplantı yapıldığı bilinmektedir. Sultan İbrâhim kameriyesi (İftâriye Köşkü) adı verilen küçük ve etrafı açık köşk ise bu kısmın en dikkat çeken yapısıdır. XVIII. yüzyılda inşa edildiği düşünülen Sofa Köşkü, Lâle Bahçesi duvarına dayalı bir yapı olup Mustafa Paşa Köşkü de denilmekteydi. Sarayın ana kısmı içinde yer alan köşkte nâdiren elçi ve devlet adamları kabul edilmiştir. III. Selim zamanında hükümdarın dinlendiği ve yemek yediği köşklerden biriydi.
Deniz tarafına doğru genişleyen has bahçe çiçeklendirilerek dinlenme ve gezinti mahalli şeklinde ayrılmıştı. Bahçenin bir kısmında sarayın ihtiyaçlarını karşılamak için sebze yetiştirilirdi. Buradaki bostancıların koğuşları XV. yüzyıldan sonra yapılmış olmalıdır, zira bu devir kaynaklarında söz edilmemektedir. Gerek bahçe içinde gerekse bahçeyi deniz tarafından kesen surların dışına inşa edilen köşkler vardı. Sarayın yapıldığı XV. yüzyılın ortasından XIX. yüzyıla kadar inşa edilen köşklerin bir kısmı günümüzde mevcut değildir. Bu köşkler, hükümdarların dinlenmek için şiirli, müzikli meclislerin toplandığı mekânlar olmaları yanında bazan devlet adamları davet edilip özel görüşmeler de yapılırdı. Ayrıca şehzadelerin eğitime başlaması gibi törenler bahçe köşklerinden birinin önünde gerçekleştirilirdi. Bayramlarda Bâbüssaâde önünde yapılan devlet merasiminden ve bayram alayından sonra padişah içeride Enderun ve Harem mensuplarıyla bayramlaşınca bahçe köşklerinden birine geçer, burada müzikli, şiirli meclisler olur, ayrıca köşkün önünde spor gösterileri yapılırdı.
Topkapı Sarayı’nda ilk inşa edilen binalardan olan Çinili Köşk, Sırça Saray diye bilinirdi. Fâtih Sultan Mehmed tarafından surların ve bahçelerin yapımı esnasında inşasına başlandığı ve Bâb-ı Hümâyun’dan önce 1472’de tamamlandığı kitâbesinden anlaşılmaktadır. Revaklı cephesi, çinileri ve güzel mimarisiyle daima dikkati çeken köşk 1875’lerde müzeye dönüştürülmüştür. Çinili Köşk sarayın en erken yapılarından biri olduğu halde ikinci avlu düzeneği içine girmediği için kullanımından ve saray içindeki yerinden az bahsedilmiş, köşk daha çok çinileri ve mimari özellikleriyle araştırmacıların dikkatini çekmiştir. Bugüne ulaşan köşklerden biri de Alay Köşkü olup sarayın ana kapılarından Demir Kapısı ile Soğuk Çeşme Kapısı arasında Osmanlı dönemindeki sadâret binasının karşısında yer almaktadır. II. Mahmud devrinde 1810’da (veya 1820) daha önceden ahşap olan köşkün yerine mermerden yapılmış ve saray surlarının buradaki burcu üzerine bina edilmiştir. Alay Köşkü merkez yapıdan biraz ayrı olmakla beraber padişahın sıkça kullandığı yapılardan biridir. Özellikle sadâret ve saray arasındaki yoldan geçen ordu alayı hükümdar tarafından buradan seyredildiği için Alay Köşkü adını aldığı ifade edilmektedir.
XX. yüzyıla ulaşmayan köşklerden biri Gülhane Kasrı olup Topkapı Sarayı’nın sur dışındaki bahçe köşklerindendir. Köşkün önündeki meydanda cirit ve tomak gibi spor etkinlikleri yapılırdı. II. Mahmud döneminde yenilendiği düşünülen kasır XIX. yüzyıl ortalarında kullanılmaktaydı, 1865’te yıktırılmıştır. Kaybolan köşklerden biri de Şevkiye Kasrı’dır. III. Selim tarafından annesi için yaptırılan köşk Marmara tarafına bakan surlara dayanmaktaydı. Köşkün planını Sedat Hakkı Eldem çıkarmış ve biçimsel özelliklerini tesbit etmiştir; XIX. yüzyılın ikinci yarısında yıkılmıştır. III. Selim dönemine ait rûznâmeden köşkün hükümdar tarafından dinlenmek için kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Topkapı Sarayı içindeki Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Sultan İbrâhim kameriyesi, Sofa Köşkü, has bahçe içinde yahut etrafında Yavuz Sultan Selim zamanında yapılan Mermer Köşk, III. Murad devrinde Sinan Paşa tarafından inşa edilen İncili Köşk, II. Bayezid döneminde inşa edilerek III. Murad zamanında yeniden yapılan Yalı Köşkü ve aynı kıyıda Sultan İbrâhim’in emriyle (1643) inşa edilen Sepetçiler Kasrı müstakil yapılardı. Sarayda inşa edilen son köşk Sultan Abdülmecid’in yaptırdığı Mecidiye Köşkü’dür. Dinlenme köşkü yapılarından başka meslek sahipleri ve sanatkâr sınıfının (ehl-i hiref) çalıştığı çeşitli atölyeler vardı. Bunların büyük bir kısmı birinci avluda yer almakla birlikte Demir Kapısı civarındaki tabl ü alem mehterleri gibi bazıları farklı yerlerde bulunmaktaydı. Sarayın süslemesinde kullanılan ahşap işçiliği dışında özellikle XV. yüzyıldan başlayarak çeşitli dönemlere ait çok kıymetli çini bezemeleri daima dikkati çekmiştir. Sünnet Odası’nın cephesi, Arz Odası’nın içi ve dışı, Hırka-i Saâdet Dairesi ve Harem’in çeşitli bölümlerindeki çiniler âdeta sarayı bir çini müzesi haline getirmiştir.
Kaynak: İslâm Ansiklopedisi