II. Kılıç Arslan

II. Kılıç Arslan, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesut’un büyük oğludur. Babası Elbistan’ı fethedince 1144’te buraya veliahdı Kılıçarslan’ı melik tayin etti. Göksun ve Maraş’a 1147’de akınlar düzenleyen II. Kılıçarslan, Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos’un saldırıları ve II. Haçlı Seferi’nin başlaması sebebiyle başarıya ulaşamadı.

II. Kılıç Arslan, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesut’un büyük oğludur. Babası Elbistan’ı fethedince 1144’te buraya veliahdı Kılıçarslan’ı melik tayin etti. Göksun ve Maraş’a 1147’de akınlar düzenleyen II. Kılıçarslan, Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos’un saldırıları ve II. Haçlı Seferi’nin başlaması sebebiyle başarıya ulaşamadı. Ardından babasının Artuklular ve Zengîlerle birlikte Suriye’nin kuzeyindeki Haçlılar üzerine düzenlediği sefere katıldı ve Maraş’ın 1149’da Haçlılardan alındığı seferde hazır bulundu. Bir yıl sonra onun da katıldığı sefer sonunda Keysûn, Behisni ve Ra‘bân ele geçirildi.

II. KILIÇ ARSLAN NASIL TAHTA GEÇMİŞTİR?

Antep ve Tel Bâşir’in kuzeyindeki yeni fethedilen yerleri de II. Kılıçarslan’ın idaresine bırakan Sultan Mesut, Mayıs 1155’te öleceğini hissedince ülkeyi üç oğlu arasında taksim etti. II. Kılıçarslan’ı Konya’da Sultan ilân edip tahta çıkardı ve başına taç koyup önünde eğildi. Küçük oğlu Şâhin Şah’a Ankara, Çankırı ve Kastamonu’yu, damadı Dânişmentli Yağıbasan’a (Yâkub Arslan) Sivas ve çevresini, diğer damadı Dânişmentli Zünnûn’a Kayseri ve civarını verip Sultan II. Kılıçarslan’a itaat etmelerini sağladı. Ortanca oğlu Devlet’e ise hangi şehirlerin bırakıldığına dair bilgi yoktur.

II. KILIÇ ARSLAN DÖNEMİ (1155-1192)

Sultan Mesut’un ölümünün ardından kardeşler arasında anlaşmazlık çıktı. Devlet yakalanarak bertaraf edildi.Şâhin Şah, Ankara ve Çankırı taraflarına kaçtı. Yağıbasan, yeğeni Kayseri hâkimi Zünnûn, Şâhin Şah ve diğer Danişmentli emîrleri Sultan II. Kılıçarslan’a karşı ittifak oluşturdular. Bizans İmparatoru Manuel de onları destekledi. Yağıbasan, Kayseri’yi ele geçirip şehirde yaşayan çok sayıda Hıristiyanı kendi hâkimiyet bölgesine sevketti. Bunun üzerine Sultan II. Kılıç Arslan, Yağıbasan’a karşı yürüdüyse de din adamları araya girip savaşı önlediler. Bir süre sonra Yağıbasan bu defa Elbistan’a saldırıp 70 bin kişiyi kendi ülkesine götürünce Kılıçarslan ikinci defa harekete geçti. İki ordu savaşa hazırlanırken din adamları yine araya girerek taraflar arasında bir antlaşma imzalanmasını sağladılar. Antlaşma Kılıçarslan, lehine bazı maddeler içerse de sürgün edilen halk iade edilmedi.

ANTEP SEFERİ

II. Kılıç Arslan’ın Danişmentlilerle mücadelesini fırsat bilen Atabek Nurettin Mahmut Zengî, Ramazan Kasım 1155’te Anadolu Selçuklularının hâkimiyetindeki Antep ile Ra‘bân’ı ve diğer bazı şehir ve kaleleri ele geçirdi. Ertesi yıl Kilikya Ermeni hâkimi II. Toros’un kardeşi Stefan Maraş’ı yağmalayarak tahrip etti. Sultanın bölgeye hareketi üzerine Stefan, Maraş-Elbistan arasındaki Pertus Kalesi’ni Selçuklulara bırakıp ilişkilerini düzeltti. Bu olayın ardından Atabek Nurettin’e bir mektup göndererek babasının belirlediği sınırlara tecavüz ettiğini söyledi ve ele geçirdiği toprakları geri vermesini istedi. Nurettin’den olumlu cevap alamayınca Ermeniler, Haçlılar, Danişmentli Zünnûn ve Nurettin’in kardeşi Nusretüddin Emîr-i Mîrân ile ona karşı bir ittifak oluşturdu. Antep’i zaptedip Ra‘ban üzerine yürüdü. Bu sırada Kudüs Kralı ile Antakya Prinkepsi Nurettin’in topraklarına saldırınca 1157’de Nurettin işgal ettiği yerleri Kılıçarslan’a verip Halep’e çekildi.

GÜÇLENMESİ DÜŞMANLARINI KORKUTTU

II. Kılıç Arslan’ın nüfuz ve itibarının giderek artması üzerine düşmanları rahatsız oldu ve ona karşı bir ittifak oluşturma çabasına girdi. İtalya’daki meselelerini halleden Bizans İmparatoru Manuel Komnenos Anadolu’ya yöneldi. Kılıçarslan’ın ele geçirdiği yerleri geri aldı ve 1158 yazında Kilikya’ya karşı bir sefer düzenlemeyi planladı. Aynı yılın sonbaharında Kilikya’ya hâkim olan Manuel, Nisan 1159’da Antakya’ya girip gücünü Ermeni ve Latinlere de göstermiş oldu. Dönüş sırasında ana ordudan ayrılan birliklerine Lârende ve Kütahya’da Türkmenler saldırarak kayıplar verdirince bunun intikamını almaya karar veren imparator, ertesi yıl Kılıçarslan’a karşı ortak bir cepheoluşturduktan sonra sefere çıktı.

SELÇUKLU İKİ ATEŞ ARASINDA KALDI

Eskişehir’i zaptedip insan ve hayvanları sürüp götürdü. Bu sırada müttefiki Nurettin Mahmut Zengî, Selçuklu topraklarına girerken Danişmentli Yağıbasan da Elbistan’ı ele geçirdi. Manuel Suriye’deki Haçlılardan yardım istedi. Kendisi de ordusuyla Menderes ovasına indi. Ayrıca Yağıbasan ve Sultanın kardeşi Melik Şâhin Şah ile gizli bir ittifak yaptı. Yağıbasan’ın gayretiyle Danişmentli Zünnûn ve Malatya Emîri Zülkarneyn de bu ittifaka dahil edildi.

BİZANS-SELÇUKLU ÇATIŞMALARI NASIL DURDU?

Zor durumda kalan Sultan II. Kılıçarslan İmparatora barış teklifinde bulundu. Son yıllarda ele geçirdiği şehirleri geri vereceğini, ülkesindeki esirleri iade edeceğini, sınırlardaki Türkmen akınlarını durduracağını ve ihtiyaç halinde askerî yardımda bulunacağını, antlaşmayı teyit amacıyla İstanbul’a gelmek istediğini bildirdi. Böylece 1161 sonbaharında Bizans-Selçuklu çatışmaları durdu.

DÜĞÜN ALAYINA SALDIRI

Ancak bu sırada Yağıbasan, Saltuk b. Ali’nin Kılıçarslan’a gelin olarak getirilmekte olan kızının bulunduğu düğün alayına saldırıp gelini yeğeni Zünnûn’a nikâhladı. Saldırıya öfkelenen Kılıçarslan, Yağıbasan üzerine yürüdüyse de mağlûp oldu. Kardeşleri ve Danişmentlilerle ittifak yapan imparatorla görüşmek ve bu zor durumdan kurtulmak amacıyla bir antlaşma yapmak üzere 1162’de İstanbul’a gitti. Düşmanlarını birbirine düşürmek suretiyle zayıflatmak isteyen imparator Sultanı muhteşem törenlerle karşıladı.

BİZANS İLE YAPILAN BARIŞ ANTLAŞMASI

Sultan imparatordan maddî yardım sağlayıp onunla bir antlaşma imzaladı. Bununla daha önce yaptığı antlaşmayı pekiştiren Kılıçarslan ölünceye kadar imparatora sadâkat göstermeyi, onun düşmanlarıyla iş birliği yapmamayı, önemli şehir ve kaleleri geri vermeyi, Türkmenlerin Bizans topraklarına saldırılarına engel olmayı taahhüt etti.İmparator Manuel’in Kılıçarslan ile iş birliği yapmasını kendileri için tehlikeli gören Anadolu’daki beyler elçiler gönderip Sultanla barışmak istediklerini bildirdiler. Bunun üzerine imparator Kılıçarslan ile Anadolu’daki rakip ve düşmanları arasında bir anlaşma yapılmasını sağladı. Kılıçarslan böylece aleyhindeki bir ittifakı bozarak daha güçlü bir durumda Konya’ya döndü ve Anadolu’da birliği yeniden sağladı.

KAYBETTİKLERİNİ GERİ ALDI

Ertesi yıl müttefiki olan Artuklu emîrleriyle birlikte Yağıbasan’ın elindeki Malatya üzerine yürüyüp şehri yağmalattı. Sultana karşı kardeşi Şâhin Şah’tan yardım almak isteyen Yağıbasan, 1164’te Çankırı’ya gittiği sırada orada öldü. Danişmentliler arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanan Kılıçarslan 1165’te Elbistan, Dârende ve Şarkışla yöresini, Nurettin Mahmut Zengî’nin istilâ ettiği Ra‘bân, Göksun, Maraş ve Besni’yi ele geçirdi. 1169’da Kayseri ve Zamantı’yı Danişmentli Zünnûn’un elinden alarak Selçuklu topraklarına kattı. Ankara ve Çankırı’yı da kardeşi Şâhin Şah’tan aldı. Topraklarını kaybeden emîrler Nurettin’e başvurup yardım istediler. Fakat Nurettin o sırada Mısır’a hâkim olmak niyetinde olduğundan onlarla ilgilenemedi.

SELÇUKLULAR VE ZENGİLERİN KARŞI KARŞIYA GELMESİ

Kılıçarslan, Anadolu’yu hâkimiyeti altına almak ve birliği sağlamak amacıyla seferlerine devam ederek 1171’de Malatya üzerine yürüyüp şehri kuşatınca Danişmentli Zünnûn ile Danişmentlilerin Malatya hâkimi Feridun, Nurettin Mahmut’a sığınmak zorunda kaldılar. Malatya’nın Selçukluların eline geçmesi halinde ana yolların ve Fırat boylarının tehlikeye düşeceğini gören Nurettin müdahale etmek için harekete geçti. Kılıçarslan da Malatya civarında yaşayan yaklaşık 12 bin kişiyi yanına alıp Kayseri’ye döndü. Bu sırada Ermeni hâkimi Mleh Kilikya’ya saldırdı. Müttefiki Nurettin de savaşa girmeden önce Kılıçarslan’a haber gönderip Danişmentli topraklarını sahiplerine iade etmesini, Şâhin Şah’ın çocuklarını serbest bırakmasını ve Malatya’dan götürdüğü 12 bin kişiyi geri göndermesini istedi. Red cevabı alınca da Ra‘bân, Göksun, Besni’yi, Fırat’ın sağ tarafında Selçuklulara ait yerleri ve 3 Temmuz 1173 tarihinde Maraş’ı hâkimiyeti altına aldı.

SAVAŞA ALİMLER ENGEL OLDU

Nurettin’in kendisine sığınan veya saflarına katılan Danişmentli ve Artuklu beyleriyle oluşturduğu ittifaka Sivas Danişmentli Emîri İsmâil de girdi. Sivas’ta toplanan müttefikler Kılıçarslan’la savaşmak için yola çıktılar. Bu esnada kıtlık yüzünden büyük sıkıntı içinde bulunan Sivas halkı emîrleri İsmâil’e isyan ederek onu öldürdü. Nurettin’in askerî desteğiyle Sivas’a gelen Zünnûn idareye hâkim oldu. Buna öfkelenen Kılıçarslan da harekete geçti. İki ordu Ceyhan nehrinin iki yakasında karşı karşıya geldi. Taraflar savaşa girmek üzereyken iki Müslüman devletin savaşmasının Haçlıların işine yarayacağını söyleyen âlimlerin ve din adamlarının araya girmesiyle Kılıçarslan, barış talebinde bulundu.

Nurettin, Kılıçarslan’a bir mektup göndererek şartlarını kabul ettiği takdirde barışa razı olacağını bildirdi. Nurettin mektubunda onu zındıklık, felsefî düşünceleri benimsemek ve cihadı terketmekle itham ediyor, elçisinin huzurunda tecdîd-i îman etmesini, ihtiyaç halinde kendisine asker göndermesini ve Bizans’la cihat etmesini şart koşuyordu. Kılıçarslan bu şartların hepsini kabul ettiğini bildirince taraflar arasında Temmuz 1173’te anlaşma sağlandı. Nurettin Mahmut, Fahreddin Abdülmesîh adlı kumandanını bir miktar kuvvetle Zünnûn’u himaye için Sivas’ta bırakıp ülkesine döndü.

NURETTİN ZENGİ’NİN ÖLÜMÜ

Ertesi yıl Nurettin’in ölümü üzerine en güçlü rakibinden kurtulan Kılıçarslan bir yıl sonra Danişmentli hâkimiyetindeki Sivas, Niksar, Tokat ve Komana ile bütün Dânişment illerini ele geçirdi. Mengücüklüler de ona tâbi oldu. Bu gelişmeler üzerine Şâhin Şah ile Zünnûn tekrar imparator Manuel’e sığınınca Kılıçarslan, Anadolu’nun önemli bir kısmını hâkimiyeti altına alma fırsatını buldu. Kılıçarslan bu tarihten itibaren Bizans’a karşı daha tehditkâr bir tutum izlemeye başladı. Nurettin Mahmut, Kılıçarslan, Ermeni hâkimi Mleh ve Anadolu’daki bazı beylerin kendisine karşı birleştiğini gören İmparator Manuel Komnenos, harekete geçip 1173’te Alaşehir’de karargâh kurdu ve Kılıçarslan’a elçi gönderip onu ihanetle suçladı. Sultan ise verdiği cevapta Bizans’la iş birliği yaptığı için Abbâsî Halifesi Müstazî-Biemrillâh’ın kendisine kızdığını söyledi. Bu sırada Türkmen akınları Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit’e kadar uzanıyordu.

ANADOLU’DA RAKİPSİZ KALDI

Sultan II. Kılıçarslan’ın Anadolu’da rakipsiz bir güç haline gelmesi İmparator Manuel’i rahatsız etti. Selçuklu gücünü kırmaya kararlı olan imparator Kılıçarslan’dan Türkmenlerin zaptettiği yerlerin iade edilmesini istedi. Sultan görünürde bu istekleri yerine getirmeye çalıştıysa da Türkmenleri desteklemeye devam etti. Türkmenlerin Sandıklı’ya yaptığı akınlardan rahatsız olan imparator 1173’te Alaşehir’e kadar ilerleyince savaşa hazırlıklı olmayan Kılıçarslan bir elçi gönderip Türkmen saldırılarından sorumlu olmadığını bildirdi. Türkmen saldırılarının devam etmesi ve Denizli, Bergama, Edremit’e kadar ulaşması üzerine Sultanı gerekli tedbirleri almamak ve antlaşma şartlarına uymamakla suçlayan İmparatorun kendisine karşı sefere çıkacağını öğrenen Kılıçarslan, 1162’de yapılan antlaşma uyarınca geri vermeyi vaad ettiği şehirleri teslim almak üzere bir Bizans kuvvetinin gönderilmesini istedi.

Ancak Sultanın uyguladığı başarılı taktik sayesinde Bizans birliği Anadolu’dan eli boş döndü. Bu sırada imparator da Eskişehir yakınlarına geldi ve Türkler tarafından yıkılmış olan Şarhöyük Kalesi’ni tekrar inşa ettirdi. Daha sonra Menderes ovasına inerek Homa Kalesi’ni yeniden yaptırıp buraya bir garnizon yerleştirdi. İmparatorun Türkmenlere karşı çifte savunma hattı oluşturması da pek işe yaramadı ve Türkmen saldırıları devam etti. Buna rağmen Kılıçarslan’ın antlaşmayı yenileme tekliflerini reddetti ve bütün kuvvetlerini toplayarak 1175 yılında sefere çıkmaya karar verdi.

MİRYOKEFALON SAVAŞI’NIN NEDENLERİ

İmparator Konya’yı bizzat istilâ edecek, böylece hem Anadolu’da Bizans hâkimiyetini yeniden sağlayacak hem de Kudüs yolunu açarak itibarını arttıracaktı. Hatta Türkler karşısında kazandığı bazı savaşlar münasebetiyle Papa III. Aleksandre’a bir mektup göndererek Türk meselesini halletmek üzere olduğunu, bundan dolayı Papa’nın Haçlı seferi için çağrıda bulunmasının isabetli olacağını bildirmişti. Mikhail Gabras ile birlikte Amasya üzerine gönderdiği Şâhin Şah Eskişehir yakınlarında pusuya düşürüldü. Amasya’yı ele geçirme arzusu gerçekleşmeyince Andronikos Vatatzes kumandasında Niksar’a bir ordu gönderip Zünnûn’un buraya hâkimiyetini sağlamak ve Türk kuvvetlerini bu yörede oyalamak istedi. Ancak Bizans ordusu mağlûp oldu ve Zünnûn başarı elde edemeden geri döndü.

BİZANS’IN KURDUĞU BÜYÜK ORDU

İmparator Manuel 1176 ilkbaharında Fransız, Alman, İngiliz, Macar, Sırp, Gürcü, Kuman (Kıpçak) ve Peçeneklerin de yer aldığı büyük bir orduyla Anadolu’ya geçti. Ancak müttefiklerin gecikmesi yüzünden yaz aylarında yola çıkabildi. Ulubat’taki ordugâhtan ayrıldıktan sonra güneye doğru inerek Balıkesir, Sardes, Alaşehir, Denizli, Honaz, Dazkırı, Dinar, Uluborlu üzerinden Homa ve harabe halindeki Miryokefalon Kalesi’ne doğru ilerledi. Selçuklu kuvvetleri büyük gruplar halinde Bizans ordusunun geçebileceği yolları tutuyor ve onlara baskınlar düzenleyip yıpratmaya çalışıyordu. Bu amaçla ekinler ve otlar tahrip edildi, su kaynakları kirletildi. Bu yüzden çıkan hastalıklar sebebiyle pek çok Bizans askeri öldü. Sultan Kılıçarslan, İmparatora bir defa daha barış teklifinde bulundu. Ancak İmparator Manuel kumandanlarının uyarısına rağmen savaşmakta ısrar etti.

MİRYOKEFALON SAVAŞI NE ZAMAN NEREDE VE KİMLER ARASINDA YAPILMIŞTIR?

İmparator Manuel ile bir anlaşmaya varılamayacağını anlayan Kılıçarslan, ordusunu Miryokefalon Kalesi’nin yakınlarında Eğirdir gölünün kuzeyindeki Tzibritze Geçidi’nin en dar yerine yerleştirdi.

Miryokefalon Savaşı’nın cereyan ettiği mevki konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Araştırmalarda savaş alanı olarak Düzbel, Gelendost, Kumdanlı (Hoyran), Sultandağı eteklerindeki Kırkbaş köyü, Çivril ve Karamıkbeli gösterilmektedir. Bütün ağırlıklarıyla geçide giren Bizans ordusu yamaçlarda mevzilenmiş olan Türklerin âni saldırısıyla karşılaştı. Türk birlikleri geçidi kapattığı için de çıkış yolu bulamayıp paniğe kapıldı. Savaşa bizzat katılan İmparator Manuel muhafız kuvvetlerinin desteğiyle geriye doğru kaçıp kurtulabildi. 17 Eylül 1176 yılında akşama kadar devam eden saldırı sonunda Bizans ordusu tamamen imha edildi. İmparator Manuel gizlice kaçmak istediyse de bir nöbetçinin kendisini hainlikle suçlaması üzerine bu fikrinden vazgeçti. Türkler ise bol miktarda ganimet ve sayısız esir ele geçirdiler.

MİRYOKEFALON ZAFERİ

İmparator Manuel Komnenos, Sultan Kılıçarslan’a barış teklifinde bulundu. Kılıçarslan, Gümüşsu ve Şarhöyük kalelerinin yıkılması ve 100 bin altın göndermesi şartıyla imparatorun barış teklifini kabul etti. Bu kadar büyük bir zaferin ardından Kılıçarslan’ın basit şartları içeren bir antlaşmaya neden razı olduğu bilinmemektedir. Antlaşmanın ardından İstanbul’a hareket eden Manuel, Gümüşsu’yu tahrip ettiği halde Şarhöyük’ü yıktırmadı. Sultan Kılıçarslan da Menderes bölgesine 24 bin kişilik askerî birlik sevkederek onun bu davranışına karşılık verdi.

MİRYOKEFALON SAVAŞI’NIN SONUÇLARI

Kılıçarslan, sadece Bizans’ın değil bütün Doğu’nun kaderini belirleyen bu zaferiyle batı sınırlarını güven altına almış, Bizans ordusu ise bir daha eski gücüne kavuşamamıştır. İmparator papalık nezdinde itibarını kaybetmiştir. Manuel Komnenos, Miryokefalon yenilgisinin hemen ardından İngiltere Kralı II. Henry’ye gönderdiği mektupta tahta geçtiği tarihten itibaren Türklere karşı kin beslediğini, bu sebeple ilk fırsatta onların üzerine yürüdüğünü, ancak ağırlıkları yüzünden süratle ilerleyemediklerini, askerlerin yolda hastalıktan perişan olduğunu, buna rağmen kahramanca savaştıklarını, yeni bir saldırı için hazırlık yaptıklarını öğrenen Selçuklu Sultanının ülkesindeki esirleri serbest bırakmaya ve isteklerine tâbi olmaya söz vererek barış yapmak için elçi gönderdiğini, artık Konya’yı ele geçirmenin imkânsız olduğunu düşünerek Sultanın ricasını kabul ettiğini ve antlaşmaya razı olduğunu bildirmiştir.

MİRYOKEFALON SAVAŞI’NIN ÖNEMİ

Miryokefalon Savaşı, özellikle Anadolu’nun Türkleşmesi açısından çok önemli bir dönüm noktası teşkil eder. Malazgirt yenilgisinden beri Anadolu’yu geri alabileceklerini ümit eden Bizanslıların bu ümitleri Miryokefalon’da uğradıkları hezimetle tamamen yok olmuş, bu tarihten itibaren Türk akınları devam ederken Bizans elindeki toprakları koruyabilmek için savunmaya çekilmiştir.

ANADOLU’NUN TÜRK YURDU OLMASI

Ege sahil şeridi dışında Anadolu’da hâkimiyet Türklerin eline geçmiştir. Bu zaferle Haçlı seferlerinin doğurduğu olumsuz sonuçlar da ortadan kaldırılmıştır. Sultan Kılıçarslan, başta halife olmak üzere komşu hükümdarlarazafernâmeler göndermiş, onun zaferi İslâm ülkelerinde bayram sevinciyle kutlanmıştır.

EYYUBİLER İLE KARŞI KARŞIYA GELDİ

Kılıçarslan, Bizans tehlikesini bertaraf ettikten sonra Malatya üzerine yürüdü ve dört aylık bir kuşatmadan sonra 25 Ekim 1178’de şehri ele geçirip Danişmentli hânedanının bu koluna son verdi. Ardından Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye elçi gönderip Ra‘bân’ın kendisine iade edilmesini istedi. İsteği reddedilince de kaleyi geri almak için asker sevketti. Ancak Selâhaddin’in, yeğeni el-Melikü’l-Muzaffer Takıyyüddin Ömer kumandasında gönderdiği kuvvet karşısında 1179’da mağlûp oldu.

II. Kılıç Arslan’ın ertesi yıl Artuklu Nurettin Muhammed b. Karaarslan’ın hâkimiyetindeki Hasankeyf üzerine yürümesi Selâhaddîn-i Eyyûbî’yi büsbütün öfkelendirdi. Selâhaddin, müzakereler sonuç vermeyince Haçlılarla anlaşma yaparak Kılıçarslan’a karşı sefere çıktı. Durumun ciddiyetini kavrayan Kılıçarslan veziri İhtiyârüddin Hasan’ı gönderip barış istedi. Neticede taraflar arasında barış sağlandı ve Ermenilere karşı birlikte hareket edilmesine karar verildi. Onlara karşı koyamayacağını anlayan Ermeni hâkimi III. Rupen esir aldığı 1180’de Türkmenleri serbest bırakıp çok miktarda para göndererek barış istedi.

BİZANS’A KARŞI İSTİLA HAREKATI

İstanbul’a dönerken İmparator Manuel’in antlaşma şartlarına uymaması ve Şarhöyük Kalesi’ni yıktırmaması üzerine 1177’de Menderes vadisini tahrip ettiren Kılıçarslan’ın Bizans topraklarına karşı düzenlenen bu istilâ harekâtı Manuel’in ölümüne kadar devam etti. Uluborlu, Kütahya ve Dorylaion 1180’de Selçuklu hâkimiyetine geçti. Denizli ve Antalya kuşatıldı, fakat ele geçirilemedi. 1187’de Ermenilerin hâkimiyetindeki topraklar fethedilerek Sîs’e kadar gidildi.

ÜLKEYİ ÇOCUKLARI ARASINDA PAYLAŞTIRDI

Sultan Kılıçarslan, 1184-85 yılında ülkeyi oğulları arasında taksim etti. Büyük oğlu Kutbüddin Melik Şah’a Sivas ve Aksaray’ı, Rükneddin Süleyman Şah’a Tokat ve Karadeniz’e kadar uzanan toprakları, Muhyiddin Mesut Şah’a Ankara merkez olmak üzere Çankırı ve Eskişehir’e kadar uzanan bölgeyi, Nurettin Mahmut Sultan Şah’a Kayseri ve civarını, Mugīsüddin Tuğrul Şah’a Elbistan’ı, Muizzüddin Kayser Şah’a Malatya’yı, Nâsırüddin Berkyaruk Şah’a Niksar ve Koyulhisar’ı, Nizâmeddin Argun Şah’a Amasya’yı, Sencer Şah’a Ereğli’yi, Arslan Şah’a Niğde’yi, en küçük oğlu Gıyâseddin Keyhusrev’e merkezi Uluborlu (Borgulu) olmak üzere Konya’nın doğusundan Kütahya’ya kadar uzanan toprakları ve Konya’yı verdi.

SALTANAT MÜCADELESİ

Kılıçarslan metbû büyük hükümdar olarak Konya’da otururken melikler bulundukları eyaletlerde kendi adlarına para bastırıyor, hutbede metbû sultandan sonra kendi adlarını zikrettiriyor, Bizans ile barış antlaşmasıyapabiliyordu. Bir süre sonra melikler arasında saltanat mücadelesi başladı. Kutbüddin Melik Şah babasına karşı çıktı ve iki tarafın kuvvetleri 1188’de Kayseri civarında karşı karşıya geldi. Ancak Melik Şah’ın askerleri Kılıçarslan’a karşı savaşmaktan çekindiği için çarpışma olmadı. Vezir İhtiyârüddin Hasan’ın öldürülmesinin ardından Melik Şah babasına kendisini veliaht ilân etmesi için baskı yaptı ve 1190’da Sultanı yanına alarak diğer kardeşlerini bertaraf etmek amacıyla harekete geçti.

KUDÜS’ÜN FETHEDİLMESİ

Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin 1187’de Kudüs’ü fethetmesi, Avrupa’da büyük yankı uyandırdı ve Papa VIII. Gregorius III. Haçlı Seferi için çağrıda bulundu. Hazırlıklarını tamamlayan Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa, Mart 1190’da Gelibolu’dan Anadolu’ya geçip güneye ilerleyerek Uluborlu civarında Selçuklu topraklarına girdi. Bu bölgenin hâkimi olan Melik Gıyâseddin Keyhusrev ağabeyleri Kutbüddin Melikşah ve Muhyiddin Mesut ile birlikte Haçlılara karşı kahramanca savaştı. Ancak Haçlı ordusu karşısında endişeye kapılan Kılıçarslan, savaşa girmektense küçük birliklerle onlara baskın düzenlemeyi tercih etti. Friedrich Barbarossa, 17 Mayıs 1190’da Kılıçarslan’ın oğlu Kutbüddin Melik Şah ve diğer Selçuklu melikleri tarafından sevk ve idare edilen Selçuklu ordusunu yenerek Sultan tarafından boşaltılmış olan başşehir Konya’ya girdi. Daha sonra II. Kılıçarslan ile İmparator Barbarossa arasında bir antlaşma yapıldı ve Haçlı ordusu birkaç gün sonra Silifke’ye doğru yola çıktı.

II. KILIÇARSLAN NASIL ÖLMÜŞTÜR?

Melik Şah, Haçlı tehlikesini atlatınca babası Kılıçarslan’ı kardeşleriyle mücadeleye sürükledi; Malatya Meliki Kayser Şah’ı firara mecbur ettikten sonra 1191’de Kayseri Meliki Nurettin Sultan Şah üzerine yürüdü. Kuşatma sırasında Kılıçarslan, Nurettin Sultan Şah’ın yanına kaçtı. Muhtemelen Nurettin de babasına kendi lehine baskı yaptığı için oradan da ayrılan Kılıçarslan küçük oğlu Uluborlu Meliki Gıyâseddin Keyhusrev’in yanına gitti ve onu veliaht tayin etti. Ardından Melik Şah’tan intikam almak üzere Konya’ya yürüdü; halkının, Türkmenlerin ve Bizans’ın desteğiyle şehri ele geçirip tahta çıktı. Melik Şah Aksaray’a kaçtı. Gıyâseddin Keyhusrev ile birlikte Aksaray’ı kuşatan Kılıçarslan muhasara sırasında hastalandı ve 26 Ağustos 1192’de vefat etti.

SULTAN II. KILIÇARSLAN’IN KABRİ NEREDE?

Sultan II. Kılıç Arslan’ın naaşı Konya’ya götürülerek Sultan I. Mesut tarafından yaptırılan caminin bitişiğindeki türbeye defnedildi.

Sultan II. Kılıçarslan’ın tahta yeni geçtiği dönemde Bizans’ın başkenti İstanbul’u ziyaretinde geçen hadise…

1155 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesut’un vefatı üzerine yerine oğlu Kılıç Arslan geçti. Musul Atabeyi Nureddin Zengi de dahil olmak üzere ülkenin bütün düşmanları, Selçukluların bu zayıf durumundan istifade etmek gayesiyle birleştiler.  Sultan II. Kılıçarslan bu ittifakı dağıtmak zorundaydı. Aksi halde ülkesini koruması mümkün değildi. En azından Bizans’ın tarafsız kalmasını sağlamalıydı. Sultan, divan reisi olan Bizanslı Christofer’i İstanbul’a göndererek, İmparator Manuel’i ziyaret etmek istediğini bildirdi. Bu talebi Bizans tarafından kabul edilerek, Sultan’ın güvenliği konusunda teminat verildi.

Sultan Kılıçarslan, 1162 yılında müttefiki Emir-i Mirân Nusretüddin’i de yanına aldı ve 1000 civarında bir süvari birliği korumasında İstanbul’a hareket etti. Heyet İstanbul’a ulaştığında, Bizans imparatoru Macaristan üzerine düzenlediği seferden henüz dönmüştü.

Selçuklular Bizans tarafından, sanki dost ilişkiler içindeymişler, aralarında hiçbir düşmanlık yokmuşçasına sıcak bir ilgiyle karşılandı. Kılıçarslan şerefine İstanbul dışında büyük bir tören yapıldı. Sultan’ın rahat etmesi için gereken bütün gayret gösterildi. Hakan ve maiyyeti, İstanbul’un güneyindeki Büyük Saray’da gezdirilip, şereflerine at yarışları ve ateş gösterileri tertiplendi. Onurlarına büyük yemek ziyafetleri düzenlendi.

BU KADAR İLGİ DE NEYİN NESİ?

İstanbul’da kaldığı bir hafta süresince, Sultan’a her gün altın ve gümüş tabaklar içinde yemek gönderiliyor, bu kaplar sonradan kendisine hediye ediliyordu. Ayrıca imparator, sarayın bir salonuna, Sultan’a verilmek üzere birçok altın ve gümüş para, gümüş vazolar, altın kadehler, değerli mücevherler ve nadide kumaşlar yığdırdı.

Ziyaretin son günü İmparator, Sultanla aynı sofrada yemek yedi. Muhteşem yemeğin ardından sofradaki bütün altın ve gümüş takımlar yine Sultan Kılıçarslan’a hediye edildi. İmparator bununla da yetinmedi. Sultan’a refakat eden heyete, süvari birliği mensuplarını da ihmal etmeksizin çeşitli hediyeler takdim etti.

Bizans imparatoru bütün bu ikramları elbette karşılıksız yapmıyordu. İmzalanan saldırmazlık paktı şartlarına göre, Sultan birçok önemli şehir ve kaleyi Bizans’a bırakıyor, ayrıca gerektiğinde Bizans’a askeri yardımda bulunmayı, hatta emrine askeri kuvvet vermeyi bile kabul ediyordu.

HAYDİ ARTIK AÇ YELKENİ!

Sultan’ın, İstanbul’da kaldığı süre içinde ilgisini en çok çeken gösteri araba yarışlarıydı. Bunlardan birinde çok enteresan bir hadise meydana geldi. Sultan II. Kılıçarslan’la İmparator Manuel’in, baş başa yarış izledikleri bir sırada, meydandaki kulelerden birinin üzerine çıkan bir Türk, gür bir sesle hipodrom üzerinde uçacağını haykırdı. Halk şaşırmıştı. Herkes önce onun bir sihirbaz olduğunu zannetti. Fakat üzerindeki elbiselerden ve uzun süre orada beklemesinden sihirbaz olmadığı kanaatine vardılar. Bu Türk, Bizanslıların Sultan’a sergiledikleri gösterilere farklı bir cevap vermeyi düşünüyor, görülmemiş bir gösteri yaparak değişik bir marifet sergilemeyi planlıyordu.

Gösterici çok uzun, oldukça bol ve içine takılan çemberlerle şişirilmiş beyaz bir tulum giymişti. Kısacası paraşüte benzer bambaşka bir kıyafet içindeydi. Öne doğru eğilmiş, rüzgârın uçuş için uygun yönde esmesini bekliyordu. Herkes kendisinin kuleden atlamak istediğini anlamıştı. Bir süre hayret ve merak içinde bütün nefesler tutuldu. Fakat biraz sonra, aşağıdaki seyirci kalabalığı arasından yoğun tezahürat sesleri yükselmeye başladı. Bizanslılar hep bir ağızdan:

-Haydi uç! Haydi uç! Diye bağırıyorlardı.

Sabırsız çığlıklar giderek artıyor,

-Haydi artık, aç yelkeni! avazeleri meydanda dalga dalga yankılanıyordu.

İmparator, bir adamını göndererek uçmak isteyen Türk’ü bu niyetinden vazgeçirmeğe çalıştı. Ama faydasızdı, adam atlamakta kararlıydı.

Bizanslı seyirciler yarış izlemeyi bırakmış, gözler uçma gösterisi yapacak olan Türk’e çevrilmişti. O sırada halkın arasından kalın bir ses duyuldu:

-Bizi daha ne kadar bekleteceksin?

Bir başkası öfkeyle bağırdı:

-Yeter artık, atlayacaksan atla!

Gösterici bekliyordu, çünkü uçmasına yetecek kadar rüzgar yoktu.

İzleyiciler arasında bulunan Sultan, bir taraftan adamı için endişe ediyor,  bir taraftan da gururlu bir beklenti içinde, işin sonucu görmek için sabırsızlanıyordu. Gösterici, kollarını bir kuşun kanatlarını çırpması gibi aşağı yukarı hareket ettirerek rüzgarın yeterli olup olmadığını bir defa daha ölçtü, rüzgar azdı. Fakat aşağıdan yükselen uğultular onu serseme çevirmişti.

Bütün hipodrom,

-Uç, uç, uç! haykırışlarıyla inliyordu.

Gösterici bu çılgınca tezahürata daha fazla dayanamadı. Kollarını bir iki defa aşağı yukarı salladıktan sonra kendisini boşluğa bıraktı. Ancak uçuş denemesi başarılı olmadı, olamadı. Cesur gösterici hipodromun pisti üzerine bir taş gibi düştü ve oracığa yığılıp kaldı, ölmüştü!

Sultan II. Kılıçarslan, hem bu cesur Türk’ün ölümünden, hem de Bizanslılar huzurunda yapılan bu uçuş denemesinin başarısızlıkla sonuçlanmasından büyük bir üzüntü duydu. Oysaki bu uçuş denemesini yapan Türk, gösterisini daha önce birçok defa denemiş ve hepsinde başarılı olmuştu. Burada Sultan’ın huzurunda, Bizanslılara karşı gösteri yaparak, ülkesinin itibarını arttırmak istemişti. Uçuş için yeterli rüzgârın olmayışı ve Bizans halkının atlayışın hemen gerçekleşmesi konusundaki sabırsızlığı genç Selçuklu’nun bu denemesini başarısız kılmıştı.

Görülüyor ki Türkler 17. Asırda, Osmanlılar zamanında değil, daha 12. asırda Selçuklular zamanında uçuş denemelerinde bulunmuşlardır. Bu olay, Türk ve Dünya Bilim Tarihi açısından son derece önemli bir olaydır.

HEZÂRFEN AHMED ÇELEBİ

Bilindiği gibi tarihimizdeki ilk uçuş denemesi, Osmanlı hükümdarı Sultan IV. Murat zamanında Hezârfen Ahmet Çelebi tarafından gerçekleştirilmişti.

Çeşitli fen ve sanatlardan anladığı için, “Bin fenli” anlamına gelen Hezarfen unvanıyla anılan Ahmed Çelebi, uçmayla ilgili denemelerini Okmeydanı’nda yaptı. Rüzgarın şiddetli olduğu bir sırada, “Kartal Kanatları” olarak nitelendirdiği aletleriyle defalarca uçtu. Daha sonra Galata Kulesi’nden lodosa karşı kanat açarak Boğaz’ı geçti, Üsküdar’ın Doğancılar meydanına indi. Bu olayı Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa köşkünden seyreden Sultan IV. Murat, Ahmed Çelebi’ye bir kese altın ihsan etti. Sonradan kendisini çekemeyen bazı kimselerin,

“Bu âdem pek havf edilecek ( korkulacak ) bir âdemdir. Her ne murat edince elinden gelir, böyle kimselerin bekası câiz değil “ diyerek, Hünkâr’ı korkutmaları üzerine, Cezâyir’e sürgüne gönderildi.

Çağdaş bir tarihçinin, ilgi çekmek amacıyla bazı tarihi olayları inkar etmesine rağmen; Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnamesi’nin I. cildinde bu olaydan uzun uzadıya bahseder. Olay, günümüz aerodinamik biliminin ışığı altında incelendiğinde, bu uçuşun hava akımlarından faydalanarak yükselip ilerleyebilen, yekpare kanatlarla havada kalıp süzülme esasına dayanan bir çeşit basit planör olabileceği tahmin edilmektedir.

Kaynak: Türkler Tarihi