Sinan Paşa

Sinan Paşa, asıl adı Yûsuf’tur. El yazısıyla bir fetvası altındaki “Yûsuf b. Hızır b. Celâleddin” imzası  babasının İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey, dedesinin Sivrihisar Kadısı Celâleddin Efendi olduğunu göstermektedir. Annesi Osmanlı âlimlerinden Molla Yegân’ın kızıdır. Doğum tarihi ve yeri hakkında kaynaklar farklı bilgiler vermektedir. Çağdaşı kaynaklardan Mecdî doğumu için  (11 Aralık 1440) tarihini zikreder. Tazarru‘nâme’nin yazma nüshalarından birinin sonunda Ebüssuûd Efendi’nin kalemiyle yazılmış tercüme-i hâlini gördüğünü söyleyen Recâizâde Mahmud Ekrem’in Kudemâdan Birkaç Şâir adlı eseriyle diğer bazı kitaplarda ise(1437) yılında doğduğu kaydedilmektedir. Eserleri üzerinde çalışan Mertol Tulum ile Emine Gürsoy Naskali doğum yılının  (1441) olduğunu belirtir. Hoca Sâdeddin ve Bursalı Mehmed Tâhir onu Bursalı gösterirken İsmail Hakkı Uzunçarşılı Sivrihisar veya Bursa’da doğduğunu söylemekte, Fâik Reşad ise İstanbul’da dünyaya geldiğini ifade etmektedir.

Fâtih Sultan Mehmed, Hızır Bey’i 1453’te kadı olarak İstanbul’a davet ettiğinde oğlu Sinâneddin Yûsuf on üç-on dört yaşlarındaydı. Burada dedesi Molla Yegân’ın meclisine devam eden Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Kırîmî, Hocazâde Muslihuddin ve Kestelî gibi devrin büyük ulemâsı ile tanıştı. Ali Kuşçu’nun da öğrencisi olan Sinan Paşa, babasının muhitindeki ilmî sohbetlerden istifade ederek genç yaşta edindiği geniş bilgisiyle dikkat çekti. Latîfî ve ondan naklen Kınalızâde Hasan Çelebi tezkirelerindeki, “Henüz bâliğ olmadan belîğ olup ve minber-i va‘za çıkıp halka emr-i ma‘rûf ve nehy-i münker eder idi” şeklindeki kaydı bunu göstermektedir. Sinan Paşa babasının  (1459) ölümü üzerine Fâtih tarafından Edirne’de bir medreseye, ardından II. Murad’ın yaptırdığı dârülhadise müderris tayin edildi. Fâtih’in teveccühünü kazandığında “hâce-i sultânî” lakabıyla padişah hocalığına ve Sahn müderrisliğine getirildi. Devlet işlerinde de hocasından faydalanmak arzusuyla Fâtih Sultan Mehmed  (1470) ona vezâret rütbesi verdi. Paşa unvanı buradan kaynaklanmaktadır. Mecdî, Sinan Paşa’nın  (1477) Gedik Ahmed Paşa’nın azli üzerine vezîriâzamlığa getirildiğini, fakat aynı yıl bilinmeyen bir sebeple azledildiğini söyler. Latîfî’nin ifadelerinden görevinden kendi iradesiyle ayrıldığını anlamak mümkünse de azilden sonra hapsedilmesi üzerine İstanbul ulemâsı toplu halde padişaha müracaat edip Sinan Paşa hapisten çıkarılmazsa bütün kitaplarını yakarak Osmanlı topraklarını terkedeceklerini bildirmeleri aksini düşündürmektedir. Bunun üzerine Sinan Paşa hapisten çıkarılıp Sivrihisar kadılığı ve müderrisliği vazifesiyle İstanbul’dan uzaklaştırıldı ve Fâtih’in ölümüne kadar orada kaldı. Ancak Sinan Paşa yaşadıklarını bir haksızlık olarak değerlendirdi ve Tezkiretü’l-evliyâ’sında bunu üstü kapalı şekilde sık sık dile getirdi. Ayrıca Maârifnâme’sindeki ifadelerden gözden düşmesinde kendisini çekemeyenlerin etkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır. II. Bayezid tahta geçince (1481) Sinan Paşa’ya vezirlik rütbesi iade edildi, ayrıca 100 akçe yevmiye ile Edirne Dârülhadisi müderrisliğine getirildi. Buradayken Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin Şerḥu’l-Mevâḳıf’ının “Cevâhir” bahsine bir hâşiye yazdığı gibi Türkçe eserlerini de bu tarihten sonra kaleme aldığı bilinmektedir.

Sinan Paşa, Mecdî’nin kaydına göre  (1 Mart 1486) İstanbul’da vefat etti. Hoca Sâdeddin aynı yıl Edirne’de öldüğünü söyler. Kâtib Çelebi de aynı bilgiyi verir. Abdülkadir Erdoğan, “Paşanın mezarı Eyüp’te meşhur Samsunlu Hasan Efendi’nin kabri yanındadır” şeklinde kabri bizzat görmüş olduğu intibaını verecek bir ifade kullanırken Mertol Tulum da belediye mezarlıklar tasnif komisyonu üyesi Mesut Koman’dan aldığı bilgiye göre Sinan Paşa ile ailesi kabirlerinin ve mezar taşlarının mevcut olduğunu ve muhafaza altında bulunduğunu belirtmektedir. Çok zeki olduğu, daha gençken felsefeye merak sardığı için babası tarafından azarlandığı bilinen Sinan Paşa mükemmel bir hatip ve tartışmacı olarak Fâtih’in huzurunda yapılan ilmî münazaralarda takdir toplamıştır. Hoca Sâdeddin ayrıca II. Bayezid döneminde tasavvufa yöneldiğini, “Husûsen Muslihuddin Mustafa Şeyh İbnülvefâ’ya mezîd itikad ü irtibatı var idi” diyerek (Tâcü’t-tevârîh, II, 499) belirtir. Başta Molla Lutfi, Mîrim Çelebi, Sarıgörez Nûreddin Efendi olmak üzere öğrencileri arasında ünlü âlimler vardır. Sinan Paşa, bilhassa nesirdeki başarısı ve secili üslûbu ile eşine az rastlanan bir müelliftir. Riyâziye, hey’et, fıkıh ve kelâm mevzularında Arapça olarak yazdığı risâlelerinin çoğunu Fâtih Sultan Mehmed devrinde kaleme almıştır. Din, tasavvuf, ahlâk ve evliya menkıbeleri konularındaki Türkçe eserleri ise II. Bayezid devrine yani olgunluk dönemine rastlar.

 

Eserleri. Türkçe. 1. Tazarru‘nâme. Esas itibariyle mensur olmakla birlikte içinde yer yer manzumelerin de bulunduğu bu eser müellifin Türkçe kitaplarının ilki ve en ünlüsüdür. Tazarru‘ât-ı Sinan Paşa, Darâ‘atnâme gibi isimlerle de anılır. Sinan Paşa, Maârifnâme’nin “Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb” bölümünde Tazarru‘nâme’den bahsederken tedristen artakalan zamanını boş geçirmeyip birkaç ay içerisinde bu eseri meydana getirdiğini, Hakk’ın övgüsünde aklına gelenleri yazdığını, konusunun da, “Esası usûl-i meşâyih-i hakîkat üzerine vuruluptur ve binası kavâid-i ehl-i tarîkat üzerine konuluptur” cümleleriyle tasavvufî bir mahiyet taşıdığını belirtir. Bütünüyle mensur bir münâcât sayılabilecek olan eserde paşa dünyadan âhirete kadar süren uzun yolculukta önce Hak’tan lutuf, sonra peygamberlerden, Hz. Muhammed’in âl ve ashabından, dört imamdan ve tarikat ehlinden mânevî yardım dilemekte, öldükten sonra kitabını okuyacaklardan rahmet ve Fâtiha istemektedir. Yer yer hikâyeler, kıssalar ve nasihatlerle bezenmiş eserin kütüphanelerde bulunan yazmalarının çokluğu büyük bir rağbet gördüğünü düşündürmektedir. Eserin ilmî neşrini Mertol Tulum gerçekleştirmiştir. Sinan Paşa üç dilin unsurlarının özellikleriyle yazdığı bu eserinde kuvvetli, âhenkli ve tabii bir üslûp kullanmıştır. Yoğun secilerle süslediği nesrinde kafiye başta olmak üzere nazmın birçok özelliğini nesre taşımıştır. Tazarru‘nâme, klasik edebiyatta süslü nesir çığrını açan ilk eser olup “Sinan Paşa üslûbu” diye bilinen üslûbu da beraberinde getirmiştir. Eserde müellifin inşâ kabiliyetinin yanı sıra dinî, mânevî ve fennî ilimlerdeki bilgisi de ortaya konulmuştur. 2. Maârifnâme. Sinan Paşa’nın ahlâka dair yazmış olduğu bu ikinci mensur eser Nasîhatnâme ve Ahlâknâme adlarıyla da anılır. Kitabın yazılış sebebinin belirtildiği “… gâh dünyanın fenâsından şikâyetler edem ve gâh nefsin mekrlerinden hikâyetler edem, gâh ahlâkın iyilerinden takrir ve gâh hikmet yolundan makālât edem ve gâh tevbîh yüzünden kelimât edem, gâh akl-ı maâştan beyan edem, geh akl-ı meâddan, geh ahlâk-ı fukarâdan söyleyem, geh adl ü dâddan, geh dervişler dilinden bir tûtî-i gûyâ olup şekerler yiyem, geh âşıklar ağzından bir bülbül-i hoş-âvâz olup destân-serâlıklar eyleyem, geh germ olup ârifler makamından haberler verem, geh tenezzül gösterip yine zâhidler makamına inem …” cümleleri aynı zamanda eserin muhtevasını ortaya koymaktadır. Secili bir üslûp ve parlak bir nesir örneği olarak hikmetler ve nasihatlerle bezenmiş olan eser İslâm ahlâkının esaslarını öğretmeyi hedef almakla beraber içinde filozofların, özellikle Eflâtun’un nasihatlerinden de nakiller vardır. Eserin bir önsözle birlikte faksimile baskısı İsmail Hikmet Ertaylan tarafından yapılmıştır. 3. Tezkiretü’l-evliyâ. Yirmi sekiz evliyanın menâkıbından meydana gelmiştir. Maârifnâme’nin sonunda, “Çün söz buraya geldi, bu cildi bunda tamam edelim. İnşaallah cild-i âharda Tezkiretü’l-evliyâ’ya ihtimam edelim” demesinden müellifin Maârifnâme’den sonra bu eserine başladığı anlaşılmaktadır. Sinan Paşa eserinde Ferîdüddin Attâr’dan sonra yaşamış olan birkaç velînin menkıbelerinden de bahsedeceğini söylemesine rağmen bu eklemeleri yapmadan tezkireyi tamamlamıştır. Eserin ilmî neşri Emine Gürsoy Naskali tarafından gerçekleştirilmiştir .

 

Arapça. Sinan Paşa’nın Arapça eserleri bazı medrese kitaplarının şerhlerine yaptığı hâşiyelerden oluşur. Çoğu küçük risâleler halinde olan bu çalışmalar şöylece sıralanabilir: 1. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-Mülaḫḫaṣ. Çağmînî’nin el-Mülaḫḫaṣ fi’l-heyʾe adlı eserine Kadızâde-i Rûmî’nin yaptığı şerhin hâşiyesidir. 2. Risâle fi’z-zâviyeti’l-ḥâdde iẕâ füriżat ḥareketü eḥadi ḍılʿayhâ taḥṣulü zâviye münferice. Ali Kuşçu’nun Fâtih’in huzurunda bilmece tarzında sorduğu hendeseyle ilgili bir meseleye Sinan Paşa’nın verdiği cevaptır. 3. Ḥâşiye ʿalâ Şerḥi’l-Mevâḳıf. Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin kelâma dair eserinin hâşiyesidir. 4. Fetḥu’l-Fetḥiyye. Ali Kuşçu’nun er-Risâletü’l-Fetḥiyye’sinin şerhidir. 5. Burhâneddin el-Mergīnânî’nin el-Hidâye’sinin tahâret bahsine dair risâlesi. 6. Kādî Beyzâvî’nin Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teʾvîl adlı tefsirine hâşiye. 7. Ḥâşiye ʿalâ Ṣadrişşerîʿa ʿale’l-Viḳāye. 8. Risâle fî cevâbi Kestelî ʿammâ isteşkelehû min Şerḥi’l-Mevâḳıf. Mevâḳıf şerhinde müşkül bulduğu bir mesele hakkında Kestelî’ye yazdığı cevaptır. 9. Taʿlîḳāt ʿalâ Ḥâşiyeti’t-Tecrîd li’s-Seyyidi’ş-Şerîf. 10. Risâle fî ḥalli işkâli muʿaddili mes̱îri’l-ʿUṭârid. 11. Ecvibe ʿan iʿtirâżâti’l-Ḳasṭallânî fi’l-cüzʾilleẕî lâ yetecezzâ.

Kaynak: İslâm Ansiklopedisi