Osmanlı-Avusturya-Venedik Savaşı (1715-1718)
Osmanlı-Avusturya-Venedik Savaşı (1715-1718), Osmanlı-Avusturya-Venedik Savaşı (1715-1718) önceki savaşlara uzanır. 1683’te Viyana Kuşatması’yla başlayan ve dört devletle yapılan çok cepheli savaşlar on altı yıl sürmüş, büyük kayıplar verilerek Karlofça Antlaşması ile sona ermişti.
Osmanlı devlet adamları bu antlaşmayı bir mütareke gibi görüyor, terkedilen toprakları geri almak istiyordu. Ruslar’a yenilen İsveç Kralı XII. Şarl’ın Osmanlılar’a sığınmasından sonra Rusya ile bozulan münasebetler savaşa yol açmış ve Osmanlılar Karlofça’da kaybettikleri yerleri (1711) geri almışlardı. Kuzeydeki hasmını bertaraf eden Osmanlılar barış şartlarını ihlâl eden Venedik’e savaş açmaya karar verdi. Bu arada Sadrazam Damad (Şehid) Ali Paşa, Avusturya hükümetine gönderdiği mektupta barış şartlarını Venedik’in bozduğunu, Avusturya’nın Prut savaşında olduğu gibi yine tarafsız kalacağını ümit ettiğini bildirdiyse de olumlu bir cevap alamadı. Yapılan savaşta Osmanlı kara ve deniz kuvvetleri başarılı oldu. Bu gelişme üzerine Avusturya, Fransa ile olan savaştan yorgun çıkmasına rağmen Osmanlı Devleti’ne karşı tavrını sertleştirdi. Avusturya Başvekili Prens Eugen, Osmanlı tehdidini ciddi boyutlarda göstermekte ve savaş taraftarlığı yapmaktaydı. Avusturya ile Venedik arasında 13 Nisan 1716’da bir ittifak antlaşması imzalandı. Bu aslında 20 Mart 1684’te yapılan Kutsal İttifak’ın yenilenmesinden başka bir şey değildi. Hemen ardından savaş hazırlıklarına girişildi. Prens Eugen, Damad Ali Paşa’ya gönderdiği mektupta Karlofça Antlaşması’nın ihlâl edildiğini öne sürerek Venedik’ten, alınan yerlerin iadesini istedi. Osmanlı hükümeti ise İspanya veraset savaşından yorgun çıkan Avusturya’dan Karlofça Antlaşması’nın rövanşını alma düşüncesindeydi. Bu sebeple İngiltere ve Hollanda elçilerinin barış için aracılık teklifleri reddedildi. Bu arada, daha önce Avusturya’ya isyan edip başarısız olan ve Fransa’ya sığınan Macar Prensi Ferenc Rákóczi, Macaristan ve Erdel kralı yapılmak üzere çağrıldı.
Davudpaşa ordugâhında padişahın da katıldığı istişare toplantısında Avusturya seferi meselesi görüşüldü. Çoğunluk bu seferin büyük bir orduyla yapılabileceği, halbuki son hazırlıkların sadece Korfu adasına yönelik olduğu fikrindeydi. Bazı devlet erkânı ise İstendil ve Çuka gibi önemsiz birkaç adanın Venedik’e iadesiyle Avusturya’nın susturulmasını öne sürmüştü. Sadrazam Ali Paşa bu fikri savunan ocak ileri gelenlerini ölümle tehdit edince kimse sesini çıkaramadı. Ardından sadrazamın etrafındaki savaş yanlılarının da desteğiyle Avusturya’ya savaş ilân edildi ve bu hususta şeyhülislâmdan bir fetva alındı.
Ali Paşa kumandasındaki ordu Avusturya’ya, Mora Seraskeri Kara Mustafa Paşa ile Kaptanıderyâ Canım Hoca Mehmed Paşa kumandasındaki donanma ise Korfu’ya hareket etti. Varadin taraflarında yapılan savaşta Ali Paşa şehid oldu ve bir süre başsız kalan ordu Belgrad’a çekildi. Bu arada Banat bölgesi ve Tımışvar Avusturya’nın eline geçti. O sırada Avusturya ile barış gündeme gelmişti. Bu hususta iki görüş vardı. Bir kesim savaşın devamını istiyor, diğer kesim hemen barışın sağlanmasını arzu ediyordu. Savaş yanlıları başta Nûman Paşa olmak üzere Köprülüzâdeler ve asker grubuydu. Mallarını yüksek fiyattan satan esnaf da savaşın devamını istiyordu. Ancak halk bezgindi ve padişah da barışı arzuluyordu. Edirne’de yapılan divan toplantısında barış kararı alındı. Bu iş için III. Ahmed o sırada Bosna’da bulunan Elhac Mustafa Paşa’yı Belgrad’a gönderdi. Ayrıca İstanbul’da bulunan İngiltere, Fransa ve Hollanda elçileriyle temas kurulmuştu. Ancak Belgrad’a giderken Sofya civarında Sadrazam Halil Paşa ile görüşen Mustafa Paşa’ya özellikle Tımışvar alınmadıkça barışın düşünülmemesi söylendi. Edirne’de padişahın huzurundaki toplantıda da aynı temenni tekrarlandı. Sadâret (Rikâb) Kaymakamı Damad İbrâhim Paşa ise askerin gevşekliğini ileri sürerek savaşın ileri bir tarihe ertelenmesini ve bir an önce barış yapılmasını istiyordu. Fakat Avusturya hükümeti, Tımışvar’ın Osmanlı Devleti’ne iadesine razı olmadığı gibi Belgrad’ın da Avusturya’ya bırakılmasını talep ediyordu. Bu yüzden savaş tekrar başladı; ancak Osmanlılar, Belgrad önünde yenilip bu önemli şehir de düşünce barış tekrar gündeme geldi ve bu iş için görevlendirilen Mustafa Paşa, Avusturya başvekiline önce şifahî yaptığı teklifi onun isteği üzerine yazılı hale getirdi. Mektubunda özetle, Morava nehrinin Tuna’ya döküldüğü yerden Morava köprüsüne kadar bu nehir sınır olmak üzere Tuna’ya kadar sağ taraf Avusturya’da, sol taraf Drina suyu ve Sava nehrine kadar Osmanlı Devleti’nde kalmak üzere barış teklifinde bulundu ve sadrazama hitaben bir mektup göndermesini talep etti. Bu sırada İstanbul’daki İngiliz elçisinin acele orduya gelmesi istendi. Kendisine barış yapma yetkisi verilen Prens Eugen ise zaptedilen yerlerin elde tutulması esasına dayalı bir antlaşmadan yanaydı. Prens Eugen iki taraftan bir görüşme yeriyle bu iş için delegeler tayin edilmesini bildiriyordu. Ancak 11 Aralık 1717 tarihinde gönderdiği mektupta ağız değiştirerek, “Mustafa Paşa’nın yolladığı mektupta yer alan, ‘Morava nehri hudut tayin olunur’ sözü, ‘Belgrad ve havalisi Belgrad’a mülhaktır’ anlamına gelir” diyerek bunu barışa esas kabul ettiklerini, bu mesele çözülmeden delegelerin bir araya gelmesinin mümkün olmadığını söyledi. Yeni Sadrazam Nişancı Mehmed Paşa ise Mustafa Paşa’nın barış yapma yetkisinin bulunmadığı ve mevcut duruma göre barış görüşmelerinin Osmanlı Devleti için mümkün görülmediği cevabını yazdı. Aslında Osmanlı hükümeti Mustafa Paşa’nın teklifini tamamen reddetmemekle birlikte Belgrad’ın mutlaka iadesini istiyordu. Osmanlı Devleti’nin Avusturya ile barış değil beş yıllık bir mütareke yapma arzusu da bildirilmişti. Ordu ile Tatarpazarcığı’na gelen sadrazam, burada eski silâhdar İbrâhim Ağa ile Darphâne Nâzırı Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’yi barış girişimleri için görevlendirdi. Bu arada kendilerine Tımışvar ve Belgrad’ı geri alma hususunda çaba göstermeleri tembih edilmişti. Venedik’in de barışa katılmasını isteyen Avusturya Hükümdarı VI. Karl’ın teklifi ise daha ağırdı. Zira Karl mevcut durumun muhafazası yanında Osmanlı Devleti’nden savaş tazminatı istiyor, ayrıca hıristiyan dünyasının Osmanlılar’dan güven içerisinde olabilmesi için Bosna’yı, Belgrad Sırbistan’ın başşehri olduğundan Tuna’nın sağında kalan Sırbistan’ı ve Tuna’nın solundaki Eflak topraklarını, Boğdan ile Dinyester arasındaki yerleri talep ediyordu.
Karşılıklı talepler yüzünden barış girişimleri yine sonuçsuz kaldı. III. Ahmed bu talepler karşısında öfkelenerek böyle bir teklifi kabul etmektense tahtı ve devleti tehlikeye atarak bütün gücüyle savaşmaya taraftar olduğunu bildirdi. Ancak aracı devlet elçilerinin yoğun faaliyetleri sayesinde müzakerelerin mevcut durum üzerine yapılması benimsenince görüşmelerin mart ayı sonunda başlamasına karar verildi. Görüşmelerin yapılacağı yerin belirlenmesi, buranın tarafsızlığı, her iki devletin bu yerin civarına yerleştireceği kuvvetler, delegelerin rütbeleri, izlenecek protokol ve Osmanlı hükümetinin Venedik Cumhuriyeti ile barışa rızası hususunda görüşmeler devam etti. O sırada sadrazamlığa Nevşehirli İbrâhim Paşa getirilmişti (9 Mayıs 1718). Sonunda barış görüşmelerinin Semendire’nin 24 km. doğusunda, Belgrad’ın 60 km. güneydoğusunda Morava nehri yakınında bulunan Pasarofça civarında yapılması kararlaştırıldı. Osmanlı heyetini birinci delege olarak şıkk-ı sâni defterdarlığı pâyesine yükseltilen Silâhdar İbrâhim Efendi, ikinci delege olarak kendisine şıkk-ı sâlis defterdarlığı pâyesi verilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi ve tercüman olarak Eflak Voyvodası Yenaki (Johann Mavrokordato) Bey oluşturmuştur. Aracı devletlerden İngiltere’yi fevkalâde elçi Robert Sutton ile İstanbul’daki İngiliz elçisi Stanyan, Hollanda’yı elçi Jakob Colyer, Avusturya’yı saray savaş müşaviri Wirmond ile bu devletin İstanbul’daki eski elçisi olup o sırada saray müşavirliği yapan Talmann, Venedik’i ise Carlo Ruzzini temsil etmiştir. Osmanlı hükümeti Belgrad ve Tımışvar’ı eski sınırlarıyla geri alma peşindeydi. Bu olmazsa Belgrad’ın kurtarılmasını, bu da mümkün olmazsa barış yerine mütareke yapılmasını istiyordu.
Müzakereler 5 Haziran 1718 tarihinde başladı. Ancak bu defa Avusturya delegeleri Ferenc Rákóczi ve adamları kendilerine teslim edilmedikçe görüşmelere geçilmesinin imkânsız olduğunu öne sürdüler. 7 Haziran günü yapılan ikinci oturumda ise Prens Eugen’in daha önce Osmanlı sadrazamına gönderdiği mektupta ileri sürülen, fakat daha sonra vazgeçilen Balkanlar üzerindeki taleplerini tekrar gündeme getirdiler. Sırbistan’ın tamamı ile Niş, Vidin, Yenipazar ve Üsküp’ün Belgrad’a dahil olduğunu, Semendire ile Eflak-Boğdan’ın Macaristan’a ve Tımışvar’a ait bulunduğunu iddia ettiler. Barış görüşmelerinin tehlikeye düşmesi üzerine aracı elçiler iki tarafı uzlaştırmak için tekrar faaliyete geçti. Uzunca bir süre Sadrazam Damad İbrâhim Paşa ile Avusturya Başvekili Eugen arasında yazışmalar yapıldı. Barışçı bir karaktere sahip olmakla birlikte İbrâhim Paşa bile 18 Haziran’da aracı devletlerin elçilerine gönderdiği mektupta devletin şeref ve menfaatlerinin silâhla da korunabileceğini bildirmişti.
Pasarofça’da bulunan aracı elçilerin yoğun gayretleriyle Avusturyalılar bazı isteklerinden vazgeçtiler. Bir yandan barış çabaları sürerken bir yandan da Avusturya ve Osmanlı devletleri savaş hazırlıkları içine girmişti. Sadrazam İbrâhim Paşa ordu ile Edirne’den Sofya’ya hareket etmiş, Başvekil Prens Eugen ise Zemlin’de bulunan Avusturya ordugâhını ziyaretten sonra Belgrad’a gelmişti. Osmanlı sadrazamı bu arada Niş ve Vidin taraflarını güçlendiriyor, Belgrad’dan barışla ilgili bilgiler alıyor ve gelişmeleri günü gününe III. Ahmed’e bildiriyordu. Aslında her iki devlet de savaşacak durumda değildi. Avusturya, İspanya ile yeniden ihtilâfa düştüğünden İtalya’da savaşın tekrar başlaması söz konusu idi. Osmanlı hükümeti ise bu devletlerin arasındaki ihtilâftan yararlanmak istiyordu ve asıl amacı birkaç yıllığına bir mütareke yapmaktı. 15 Haziran günü gerçekleştirilen üçüncü toplantıda Osmanlı hükümeti, Bosna’da Drina ile Una nehirleri arasında olup Avusturya işgalinde bulunan topraklar üzerinde fazla ısrar etmedi. Beşinci oturumda Avusturya, Sırbistan ve Eflak-Boğdan’la ilgili isteklerinden vazgeçip mevcut duruma razı oldu ve haziran ayı sonunda sınırların belirlenmesi işi ele alındı. İki devletin tâli meselelerinden en önemlisi Rákóczi ve adamlarının Avusturya’ya iadesi konusuydu. Osmanlı hükümeti bu hususta kesin tavrını koyarak bu kişileri Avusturya’ya teslim etmeyeceğini 18 Haziran tarihli sadrazamın mektubuyla belirtmişti. Avusturya hükümeti de bu konudaki ısrarından vazgeçti. İkinci tâli mesele olan Lehistan’ın da barışa sokulması teklifi Osmanlı hükümetince reddedilince Avusturya bundan da vazgeçti. Osmanlı hükümetinin barış süresini on beş yıl olarak istemesine itiraz eden Avusturya’nın bunu yirmi dört yıla çıkarma isteği kabul edildi. Antlaşmaya göre Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan Katolikler ile Kudüs’teki Fransiskenler mezheplerine göre rahatça yaşayabilecek ve kilise açmaları engellenmeyecekti. Ayrıca Avusturya’nın Osmanlı Devleti ile bir ticaret antlaşması yapma talebi uygun görüldü ve aynı günlerde böyle bir antlaşma yapıldı. 10 Temmuz 1718’de gerçekleştirilen sekizinci toplantı ile görüşmeler sona erdi.
Avusturya ile barış görüşmeleri devam ederken Osmanlı delegeleri Venedik delegeleriyle dört toplantı yaptı. 16 Haziran 1718’de gerçekleştirilen ilk toplantıda Venedik elçisi Carlo Ruzzini, Avusturya’ya güvenerek Osmanlı Devleti’nden Mora dahil son savaşta kaybettiği yerlerin tamamını istiyor, ayrıca iki yıllık savaş tazminatı talep ediyordu. Mora verilmezse Arnavutluk’taki İşkodra gölüne kadar Antivari (Bar) ve Dulcigno (Ülgün) dahil Venedikliler’e ait toprakları istiyordu. 21, 28 Haziran ve 12 Temmuz’da yapılan toplantılardan sonra yirmi altı maddelik barış antlaşması ile Osmanlı Devleti Venedik’e sadece, Bosna ile Raguza arasında Venedik’in serbest bir yol bırakması ve bu güzergâh üzerinde daha önce kendisine ait üç palankanın Osmanlı sınırları içine alınması şartıyla savaş sırasında zaptettiği Çuka (Cerigo) adasını iade etti. Venedikliler ayrıca Korfu adası karşısındaki Butrinto sahil şehrini, güneyde Akdeniz kıyısındaki İfrindos, Preveze ve karşısındaki Voniçe şehir ve kalelerini aldılar. Tazminat talebine karşılık olarak ithalât ve ihracatta gümrük vergisinin % 5’ten % 3’e düşürülmesinde anlaşmaya varıldı. Böylece yetmiş günün sonunda Avusturya ve Venedik ile yapılan muahedelerin metinlerinin hazırlanması 21 Temmuz 1718 tarihinde tamamlanarak her iki devlet delegeleri tarafından imzalandı.
Avusturya ile yirmi madde üzerine imzalanan antlaşmanın ilk yedi maddesi sınırların tayin ve tesbitine dairdir. Kesin sınır tesbiti ise bu işle görevlendirilecek komiserlere bırakılıyordu. Bu durumda bütün Banat bölgesiyle birlikte Eflak’ın Oltu ırmağına kadar uzanan ve Küçük Eflak denilen batı yarısı, Sırbistan’ın Belgrad dahil kuzey kısmı ve Kuzey Bosna tamamen Avusturya’ya bırakılmıştır. Antlaşmanın daha sonraki maddelerinde genellikle Karlofça Antlaşması’nın şartlarına uyulmakta, karşılıklı tecavüzler vukuunda emniyet ve sükûnetin sağlanması, Kudüs’te Katolik kutsal mezar rahiplerinin himayesi, esirlerin serbest bırakılması veya mübadelesi söz konusu edilmektedir. Osmanlı Devleti, himayesindeki Erdel Kralı Rákóczi oğlu ile diğer Macar mültecilerini sınırlardan uzak bir yere yerleştirmeyi taahhüt etmekte, Avusturya da bunların ailelerini yanlarına göndermeyi garantilemekteydi. 13. maddede karşılıklı olarak ticarî ilişkilerin güvenliği taahhüt ediliyor, ancak gerek Cezayirli, Tunuslu ve Trablusgarplı gerek Ülgün korsanlarına Osmanlı hükümetince engel olunacağı sözü veriliyordu. Antlaşma bir ay içinde onaylanacak ve bunun teyidi gelecek ilkbaharda büyük elçiler vasıtasıyla yapılacaktı. Son maddede ise Kırımlılar’ın da antlaşma hükümlerine uymaları, her türlü düşmanlık ve saldırıdan uzak durmaları belirtiliyordu.
27 Temmuz’da Avusturya ile imzalanan ticaret antlaşması da yirmi maddeden oluşuyordu. İlk dört maddesinde Avusturya tüccarlarının Osmanlı ülkesinde serbestçe alışveriş yapmalarına, bir defaya mahsus olmak üzere ithal ve ihraç mallarından % 3’lük gümrük vergisi vermelerine müsaade ediliyordu. Bu arada piyasada mevcut bütün para türleri kabul edilecek, para ve değerli madenlerden gümrük vergisi alınmayacaktı. 5. maddede Avusturya’ya Osmanlı Devleti’nin bütün liman ve ticaret mahallerinde konsolosluklar, acentalar açma ve tercüman bulundurma gibi ayrıcalıklar veriliyordu. Buna karşılık Avusturya da Osmanlı tebaası ve tüccarının menfaatlerinin korunması için kendi topraklarında Devlet-i Aliyye’ye şehbenderlikler kurma hakkı tanıyacaktı. İranlı tüccarlara Karadeniz, Tuna ve kara yoluyla Avusturya topraklarına gidip gelmeleri için % 5’lik gümrük vergisi alınarak geçiş serbestliği verilecekti. Bu maddelerden bazısı Venedik’le yapılan antlaşmada da yer almıştır. Ticaret antlaşması uyarınca Kazgancızâde Ömer Ağa, Viyana’ya şehbender olarak gönderilmiştir.
Venedik’le aynı gün imzalanan ve yirmi altı maddeden oluşan barış antlaşmasının en önemli kısmı iki devlet arasındaki sınır değişikleriyle ilgili ilk beş maddedir. Bunların içinde Mora, Suda ve İşşimolanga’dan hiç söz edilmeyip sadece bu ülkenin savaş sırasında Dalmaçya, Hersek ve Arnavutluk’tan aldığı Butrinto, Preveze, Vosniça (Vosnitza) gibi yerlerin adları geçmektedir. Bu antlaşma bir bakıma iki ülke arasındaki imtiyazî nitelikteki muahedelerde ve Karlofça Antlaşması’nda bulunanların dışında pek az şey ihtiva etmektedir. Sadece gümrük vergisinin % 5’ten % 3’e indirilmesi maddesi yenidir. Fakat Avusturya, Venedik ve Lehistan arasındaki ittifakın bu devletlerden birine karşı yapılan Osmanlı hücumunun müştereken püskürtüleceği hususu açık bir şekilde varlığını korumuştur.
Antlaşmaların onaylanması ve mübadeleleri belirlenen zamanlarda gerçekleşti. Ağustos sonunda delegeler Pasarofça’dan ayrıldı. Ardından Osmanlı ve Avusturya askerî kuvvetleri yerlerine çekildi. Sınırların tesbiti ertesi yıla kadar bitirildi. 1719’da Avusturya tarafından İstanbul’a Wirmond, Osmanlı Devleti’nce de Rumeli beylerbeyiliği pâyesiyle Viyana’ya İbrâhim Paşa büyükelçi olarak gönderildi. Ayrıca her iki devlet birbirine değerli hediyeler yolladı. Pasarofça Antlaşması Venedik’ten çok Avusturya’nın lehine sonuçlanmıştır. Osmanlı Devleti bu antlaşma neticesinde uğradığı büyük toprak kayıpları ile Orta Avrupa’dan çekilmekle kalmamış, Avrupa için artık güçlü bir devlet olmaktan çıkmaya başlamıştır. Ancak Sırbistan sınırları 1736-1739 Osmanlı-Rusya-Avusturya savaşları sonunda yapılan Belgrad Antlaşması ile (1739) yeniden düzeltilmiş ve Belgrad geri alınmıştır.
Kaynak: İslâm Ansiklopedisi