Kapalı Çarşı

Kapalı Çarşı, Büyük Çarşı, Çârşû-yı Kebîr veya halk arasında Kapalı Çarşı olarak adlandırılan çarşı, tek kitle halinde ve aynı zamanda kurulmuş olmayıp iki bedestenin etrafında hanların yoğunlaşması ve bunların arasındaki sokakların üstlerinin zaman içinde tonozlarla örtülerek dükkânların kâgire dönüştürülmesi sonucu oluşmuştur. Belirli girişlerin kapılarla korunması ve emniyete alınması da tek kitle halinde büyük bir kapalı çarşının meydana gelmesine yol açmıştır. Bu sebeple Türk halkı burayı genellikle Kapalı Çarşı olarak adlandırırken yabancılar Büyük Çarşı (Grand Bazar, Great Bazaar, Grossbazar) adını kullanmayı tercih ederler.

Bütün önemli Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi İstanbul’da da fetihten sonra bugün İç Bedesten denilen çok kubbeli kapalı mekân inşa edilerek ticaretin burada toplanması sağlanmıştır. Fâtih Sultan Mehmed’in hayatını yazan tarihçiler (Tursun Bey, Kritovulos, Dukas), çarşının ilk çekirdeğinin fethin hemen arkasından oluşturulduğunu bildirirler. Fâtih tarafından vakıflarına gelir sağlamak amacıyla inşa ettirilen bedestenin, evvelce Bezzâzistan, Bedestân-ı Atîk, Büyük Bedesten, Cevâhir Bedesteni veya İç Bedesten denilen ve bugün Büyük Çarşı’nın ortasında kalmış bulunan on beş kubbeli büyük yapı olduğu bilinmektedir. Bu bedestenin içinde duvarlara bitişik sıralanan küçük gözlerden başka duvarların dışında da çepeçevre, üstleri beşik tonozlarla örtülü dükkânlar yer alır. İlk yapıldığında bu dış dükkânların önlerinde uzanan sokakların direkli caddeler halinde olduğu ve direklerin gerisinde karşı sırada da daha ufak dükkânların bulunduğu tesbit edilmektedir. Büyük Bedesten’in az ilerisinde Nuruosmaniye Camii tarafında olan Sandal Bedesteni’nin (Bedestân-ı Cedîd, Yeni Bedesten) tarihlenmesi hususunda ise görüş ayrılıkları vardır. Bu ikinci bedesten 1472-73 tarihli ilk Fâtih vakfiyesinde bulunmuyorsa da Ekrem Hakkı Ayverdi 1478-79 tarihli diğer vakfiyede bulunduğunu belirterek onun da Fâtih dönemine ait olduğunu söylemektedir. Üstü, sağlam kemer ve pâyelere oturtulmuş yirmi kubbe ile örtülü olan bu bedestenin de dışında duvarlarına bitişik beşik tonozlu dükkân gözlerinin sıralandığı görülür. Evliya Çelebi Sandal Bedesteni’nin Fâtih yapısı olduğunu yazmaktadır. Efdaleddin Tekiner ise pek açık olmayan bir ifade ile bu bedesteni daha yakın bir tarihe indirmek eğilimindedir. Böylece bazılarının görüşlerine göre bu ikinci bedesten Kanûnî Sultan Süleyman devrine ait olmaktadır. Fakat bugün genellikle Sandal Bedesteni Fâtih dönemine ait olarak kabul edilir. Fâtih’in Türkçe vakfiyesinin “Çarşılar” (esvâk) bölümünde bedesten ve etrafındaki çarşı hakkında şunlar yazılmıştır: “Evkāf-ı şerîfeleri olan akarattan biri Bezzâzistân’dır ki dekâkîn-i bezzâziyye tâbir olunur. Dârüssaltanati’s-seniyye, mahmiyye-i Konstantiniyye’de merhum Mahmud Paşa imâreti kurbünde Çakır Ağa Mescidi mahallesinde vâkidir; yüz on sekiz sanduka müştemildir. Tevâbiînden olup bunlara muttasıl olan dekâkîn ile vakf-ı dükkânlar ki bezzâzlar, takyeciler, terziler sâkin olurlar ve Bitpazarı dedikleri sûkta vâki olan dekâkîn cem‘an Bezzâziye’ye tâbidir, mecmuu sekiz yüz kırk dokuz bab dükkândır, cem‘an vakf-ı şerifleridir. Bunların cümlesinin hududu defter-i mûteberlerinde mesturdur.” Bunun arkasından o yıllarda Yenicami denilen Fâtih Camii ve Külliyesi müştemilâtına dahil Sultan Pazarı adındaki çarşıdan bahsedildikten sonra, “Mahmud Paşa dükkânları demekle mâruf bâzâr ki merhûm-ı merkūmun imâreti kurbünde vâkidir; bu bâzâr dört dıl‘dır, ba‘zı ba‘zına mukabildir. Dekâkîn-i mezbûrenin zahrında ve cevânibinde bina olunan dükkânlar cem‘an bunlara tâbidir, vakf-ı şeriftendir; cümlesi iki yüz altmış beş bab dükkândır. Hududu defter-i mezbûrda mesturdur; yine evkāf-ı şerîfedendir” denilmektedir. Bunun arkasından ise Saraçlar Çarşısı’nın adı geçmektedir. Bu bilgilerden, Büyük Çarşı’nın geniş ölçüde Fâtih Sulan Mehmed tarafından kurulduğu anlaşılmaktadır.

Burada zaman zaman yanlış anlamalara yol açan bir mesele üzerinde durmak gerekmektedir. Osman Nuri Ergin’in Eski Bedesten’in bir Bizans yapısı olduğu ve dolayısıyla etrafındaki çarşının da Bizans dönemi çarşısını devam ettirdiği yolundaki dayanaksız iddiaları ciddiye alınamaz. O. N. Ergin, hiçbir kaynak göstermeksizin ve emin bir ifade ile, “İstanbul’un Bizanslılar’dan kalma Eski Bedesten binasının…” ve devamında da, “Bizanslılar’dan kalma çarşı, bedestenden Bitpazarı’na kadar uzanan mustatil şeklindeki kısımdır. Çarşının bu kısmının yapılış tarzı ve direkli oluşu eskiliğini gösterir” diyerek yanıltıcı hükümler vermiştir. Bu görüşüne delil getirdiği, İç Bedesten’in bir kapısı üstündeki Bizans işi kartal kabartması, pek çok Türk eseri yapıya süs unsuru olarak yerleştirildiği görülen daha eski dönemlerden kalma plastik bir parçadan başka bir şey değildir. Bizans döneminde, İstanbul içindeki esnafın mesleklerine göre ayrı ayrı topluluklar oluşturdukları bilinmekle beraber bunların hepsinin Türk Büyük Çarşısı’nın bulunduğu yerde olduğuna dair bir ipucu yoktur. Çelik Gülersoy, Büyük Çarşı (Kapalı Çarşı) hakkında yayımladığı monografide etraflı biçimde Bizans menşei meselesi üzerinde durarak bu iddianın yanlışlığını belirtmekte, ayrıca her iki bedestenin de Fâtih devri yapıları olduğuna dair destekleyici bilgiler vermektedir. İstanbul’un Bizans dönemindeki topografyası üzerine bugün hâlâ değerini koruyan Esquisse topographique de Constantinople (Lille 1892) adlı önemli eserinde Andreas David Mordtmann, kaynaklara dayanarak yazdığı, “Bizans çarşıları Forum Constantini (Çemberlitaş) ile büyük bazilika arasında bulunuyordu; halbuki bugün çarşı Forum’un batısında kalmaktadır” cümlesiyle Büyük Çarşı’nın Bizans çarşılarından ayrı olduğunu açıklamıştır.

1537’de yazılan Nasûh-i Matrakī’nin Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn-i Sultan Süleyman Han adlı eserinde bulunan bir İstanbul minyatüründe Büyük Çarşı’nın, bedestenlerin etrafındaki üstleri henüz kapanmamış sokakların iki tarafına sıralanmış dükkânlar halinde yer aldığı açık şekilde görülür. Bugün bazı Anadolu kasabalarında rastlandığı gibi eski Türk çarşılarının hepsinde dükkânların çifte kepenkleri olurdu. Bunlardan alttaki öne doğru açılarak malların teşhiri için bir tezgâh, üstteki ise yukarı kaldırılıp uçlarından asılmak suretiyle tezgâhtaki malları güneş ve yağmurdan koruyucu bir siper teşkil eder, üst kepenk aynı zamanda sokaktaki alıcıyı da bir dereceye kadar korurdu. Yine birçok Anadolu şehir ve kasabasında olduğu gibi alıcıları korumak üzere önceleri sokakların üzerine tenteler gerilmiş, sonra bunların yerlerini ahşap çatılar almıştır. İstanbul’da böyle ahşap çatılı son çarşı örneği, birkaç yıl öncesine kadar Eminönü’nde varlığını sürdüren Yemişçiler Çarşısı idi. 1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri’nde, şehir içindeki pek çok hayır binasına gelir kaynağı olarak Bedesten’de (Bezzâzistan) veya yakınında yer alan dükkânların vakfedildiği görülür.

Sağlam kâgir yapılı bedestenlerin yangın tehlikesini nisbeten kolay atlatmalarına karşılık sokaklarının üstleri ve dükkânları tamamen ahşap olan Büyük Çarşı’nın bu tehlikeden kurtulabilmesi mümkün olmuyordu. Venedik temsilcisinin (balyos) bir raporundan anlaşıldığına göre 25 Ağustos 1515’teki yangın Eski Saray duvarına kadar dayanmış ve Bezzâzistan ile çevresi tamamen yanmıştır. 4 Temmuz 1539 yangınında Zindan Kapısı yakınından çıkan ateş Haliç kıyısı ile yukarılarına kadar uzanmış, bu arada yine çarşı da yanmıştır. 1546 yılındaki büyük yangında çarşı tekrar harabeye dönmüş, hatta bazı kaynakların bildirdiğine göre yangın 10.000 dükkânı mahvetmiştir. Bu âfet ve Büyük Çarşı’nın kül olması hakkında o sırada İstanbul’da bulunan Albi li Pierre Gylles oldukça geniş bilgi verir ve Büyük Çarşı’nın tamamen yandığını, fakat kâgir yapılı ve demir kepenkli olan iki bedestenin kurtulduğunu yazar; bundan sonra da bedestenlerin mimarisi üzerinde ayrıntılı biçimde durur. 20 Kasım 1652 tarihinde de Bedesten’den Kumkapı ve Kadırga Limanı’na kadar olan yerler yanmıştır. Yirmi dört saat süren yangın, Esir Hanı’ndan başlayarak Büyük Çarşı’yı harap ettikten sonra Beyazıt Camii’ne kadar dayanmıştır. İstanbul’un büyük bir kısmını yok eden 24 Temmuz 1660 yangınında da Büyük Çarşı’nın zarar gördüğü, Kâtibzâde adındaki bir şairin Mecmûa-i Tevârîh’te yer alan “Târîh-i İhrâk-ı Kebîr” başlıklı manzum tarihçesindeki bir beyitten öğrenilmektedir.

3 Aralık 1701’de Eski Bedesten yakınındaki Sorguççu Hanı’nda bir bekçi fenerinin parlamasından başlayan yangında Büyük Çarşı’nın yine harap olması üzerine, Ağustos 1702’de Sultan II. Mustafa tarafından İstanbul kaymakamına gönderilen bir hükümde, ciddi bir tedbir olarak ahşap dükkân, hatta ev yapımının yasaklanıp bundan böyle ev ve dükkânların kâgir yapılmalarına özen gösterilmesi emredilir. Büyük Çarşı’nın sokak üstlerinin kâgir tonozlarla örtülerek kapalı bir çarşıya dönüştürülmesi bu tarihten itibaren başlamıştır. Dükkânların kâgir olarak inşa edilmesi hakkındaki emirnâme ayrıca Fındıklılı Silâhdar Mehmed Ağa tarafından da Nusretnâme’de anılmaktadır. Kaymakam Çerkes Osman Paşa’nın başkanlığında şehrin ileri gelenleriyle yapılan toplantıda, dükkânların kâgir yapılmasının ve üstlerinin tonozlarla örtülmesinin önerilmesi üzerine, dükkân arsalarının küçük olması yüzünden mülk sahipleri arasında çekişmeler çıkacağı, ancak sonunda Edirne’deki Ali Paşa Çarşısı gibi bir eserin meydana getirileceği sonucuna varılmıştır. Padişahın hatt-ı hümâyunu ile ve gerektiğinde zor kullanarak kâgir inşaat başlatılmış ve iki yıl boyunca mülk sahiplerinin çekişmelerine rağmen Büyük Çarşı’nın yanan yerleri kâgire dönüştürülmüştür. Bu yangından sonra Büyük Çarşı’nın kâgir olarak ihyasını gören Pitton de Tournefort da bu olayı seyahatnâmesinde belirtir. 27 Nisan 1750’de Mercankolluğu yakınından başlayan yangın kısa sürede söndürülürken Bitpazarı’nda ikinci bir yangın çıkmış ve artık kâgir tonozlu olmalarına rağmen Abacılar, Yorgancılar ve Yağlıkçılar sokaklarındaki dükkânları tamamen kül edip Parmakkapı’ya kadar ulaşmıştır. İzzî Süleyman Efendi’nin Târîh-i Vekāyi‘inde anlatılan bu yangın sırasında yeniçeriler yağmacılığa giriştiklerinden zarar ziyan alevlerin yarattığından daha fazla olmuştur. Hatta bu felâketin yayılmasında yeniçerilerin parmağı olduğu da söylenmiştir.

Kâgire dönüştürüldükten sonra Büyük Çarşı’da yangınlar seyrekleşti ve verdikleri zarar azaldı, fakat bütünüyle önlenemedi. 22 Mayıs 1766’da meydana gelen çok şiddetli bir depremde bazı tahribat olmuşsa da yıkılan yerler derhal tamir edilmiştir.  Ağustos 1803’te Parmakkapı’da başlayan yangında Büyük Çarşı’nın içindeki Yolgeçen Hanı ve etrafı yanmıştır. 2 Ağustos 1826 günü Sirkeci civarında Hocapaşa’da başlayan yangın rüzgârın tesiriyle birkaç kola ayrılmış ve bu arada Büyük Çarşı’ya da atlayarak buranın büyük kısmını harap etmiştir.

İstanbul tarihinin en şiddetli depremlerinden biri 1894’de vuku bulduğunda şehirdeki birçok cami ve bina zarar gördüğü gibi Büyük Çarşı da geniş ölçüde tahribata uğradı. Bilhassa Bitpazarı, Yağlıkçılar, Çadırcılar sokakları ve bunlara açılan tonozlu dükkânlar enkaz yığını haline geldiler; yıkıntılar uzun süre kaldırılamadı. II. Abdülhamid’in emri üzerine başlayan ve on sekiz ay süren tamirde çarşının sınırları daraltılarak zaten tonozu yıkılmış olan Çadırcılar caddesinin üstü bütünüyle açıldı ve Çadırcılar, Kürkçüler kapıları kaldırılıp evvelce içeride kalan Duapazarı, Bitpazarı, Yorgancılar, Koltukçular kapıları dışarı açılır hale getirildi. Lutfullah sokağı yıktırıldı. Eskiden çarşı içinde bulunan Sarnıçlı Han, Paçavracı Hanı, Ali Paşa Hanı tamamen, Yolgeçen Hanı da kısmen Büyük Çarşı dışında bırakıldı. Çarşının ana caddesi durumunda olan ve Beyazıt ile Nuruosmaniye arasında uzanan eski Kalpakçılar sokağının dışarı açılan iki ucuna birer yeni kapı yapıldı. II. Abdülhamid döneminde yaygınlaşan Türk neo-klasiği üslûbundaki bu kapılardan Nuruosmaniye Camii tarafında olanın mukarnaslı bir saçağı, bunun altında da sivri bir kemeri vardır. Kemerin alınlığı içine, devletin son döneminde her resmî binaya konulan bir Osmanlı arması yerleştirilmiştir. Bunun altında ise Hattat Sâmi Efendi tarafından yazılmış tamiri belirten iki satırlık bir kitâbe vardır. Gösterişli olmasına özen gösterilen bu kapının iki yanına ayrıca birer çeşme nişi de yapılarak girişe âbidevî bir görünüm kazandırılmıştır. Beyazıt tarafındaki kapı da sivri kemerli olmakla beraber diğer uçtaki kadar zengin mimarili değildir. Bu girişin az ötesinde yer alan ikinci kapının sivri kemeri içine Sultan II. Abdülhamid’in tuğrası ile yine Hattat Sâmi Efendi’nin “el-kâsibü habîbullah” yazısı işlenen bir kitâbe konulmuştur.

Büyük Çarşı 9 Eylül 1943 gecesi büyük bir yangın geçirdi; yangında Yarımtaş ve Ali Paşa hanları yandıktan başka Yeşiltulumba, Mütevelli, Sarı Hasan, Ağa Han ve Cebeci sokaklarındaki dükkânlar da harap oldu. Çarşı bundan on bir yıl sonra tekrar bir yangın felâketine uğradı. 26 Kasım 1954 gecesi saat 22’ye doğru ana cadde yani eski Kalpakçılar yolu üzerinde başlayan yangında Fesçiler, Yorgancılar, Elbiseciler, Yağlıkçılar sokakları bütünüyle, Örücüler, Kavaflar, Parçacılar sokakları kısmen yandı. Duameydanı’ndan bedesten girişine kadar uzanan ateş Halıcılar ve Mobilyacılar sokaklarının bir kısmını kül etti. Yangından sonra yazılan, Eski Eserleri Koruma Encümeni’nin 30 Kasım 1954 tarihli raporuna göre bu yangında Büyük Çarşı’nın beşte ikisi harap olmuştur. Yine bu rapora göre kâgir mimariden yalnız Duameydanı ile Bodrum Hanı dolaylarındaki bir sokakta yıkılmalar olduğu açıklanmış, hasarların ciddi bir ihtimamla çabuk onarılacağı ve büyük masrafı gerektirmeyeceği sonucuna varıldığı bildirilmiştir. Tamir beş yıl sürdü. Çarşı esnafının bir kısmı, İstanbul Üniversitesi merkez binası ile kuzey tarafında bulunan Yanık Ali Paşa Konağı’nın arasında kurulan ahşap barakalara yerleştirildi. 28 Temmuz 1959’da tamiratın bitmesi üzerine çarşı tekrar törenle açıldı. Yangının yayılmasının sebeplerinden biri de dükkânların hacimlerini genişletmek için sokağa doğru eklenen ahşap çıkmalar ve vitrinlerin çevrelerindeki yine ahşap reklam levhaları idi. Bu tamirden sonra her dükkân kemerinden ileri taşmayacak şekilde ihya edildi.

İki bedesten etrafındaki sokakların ticaret merkezleri olarak çoğalması ile birçok han da Büyük Çarşı’nın sınırları içinde kalmıştı. Değişik yüzyıllarda yapıldıklarından ayrı mimari karakterler gösteren bu irili ufaklı hanların başlıcaları Çelik Gülersoy’un listesine göre şunlardır: Paçavracı, Sarnıçlı, Ali Paşa, Camili, Çuhacı, İç ve Dış Cebeci, Yağcı, Rabia, Baltacı, Sorguçlu, Yolgeçen, Sepetçi, Bodrum, Astarcı, Pastırmacı, Mercanağa, Tarakçılar, Perdahçılar, Kızlarağası, İmameli, Zincirli, Büyük ve Küçük Kebeci, Büyük ve Küçük Safran, Evliya, Sarraf, Kuyumcular ve Yarımtaş. 1894 depreminden sonra çarşı tamir edilirken sınırları daraltılmış ve bu hanların yarısı dışarıda bırakılmıştır. Bugün çarşıya doğrudan bağlı kalan, yani sadece içeriden girilebilen ve dışarıya kapısı olmayan hanlar şunlardır: Astarcı, Büyük ve Küçük Safran, Evliya, Sarraf, Mercanağa, Zincirli, Varakçı, Rabia, Kuyumcular ve Yarımtaş. Bu tarihî hanlar da içlerine yapılan çirkin beton eklemelerle orijinal mimarilerini kaybetmişlerdir. Bu arada meselâ Cebeci Hanı gibi klasik dönem Türk mimarisinin özelliklerine sahip güzel bir eser 1894 depreminde kısmen yıkıldıktan sonra onarılmamış ve harap kısımları öylece bırakılarak düzensiz ilâvelerle berbat edilmiştir. Nuruosmaniye Camii tarafındaki Kürkçüler Kapısı’nın dışında yer alan ve bir han mimarisinde olan Esirpazarı da (Esir Hanı) bugün hiçbir izi görülemeyecek surette ortadan kalkmıştır.

Büyük Çarşı içinde birkaç tane de mescid bulunmaktadır. Bunlardan Bodrum Hanı Mescidi, bânisi ve yapıldığı tarih bilinmeyen küçük bir ibadet yeridir. 1954’te yanmış, 1961’de ihya edilmiştir. Hiçbir mimari özelliği olmayan basit bir namaz mekânıdır. İç Bedesten Mescidi de buradaki tarihî dolapların yerine 1960’lardan itibaren vitrinli çok çirkin dükkânların yapılması sırasında bunların üstlerine oturtulmuş bir namaz mekânıdır ve tarihî bir karakteri olmadığı gibi bir mimarisi de yoktur. Büyük Çarşı sonraki biçimini almadan var olan ve Mayıs 1479’da vakıf kaydı yapılan Çakır Ağa Mescidi daha sonra çarşı içinde kalmıştır. Bu ibadet yeri Hadîkatü’l-cevâmi‘de  “Üsküplü” maddesi içinde Nerdübanlı (Merdivenli) Mescid adıyla kaydedilmiş olup Çakırağa’nın İstanbul’da vakfettiği dört mescidden biridir ve bugün mimari karakterini kaybetmiştir. Çuhacılar Hanı içinde olduğu bilinen bir mescid de 1914’ten sonra iş yeri haline getirilmiştir. Esirpazarı hanının avlusunda olan ve Gülnuş Hatun tarafından XVIII. yüzyılda yaptırılan Esirci Mescidi, han yıkıldıktan sonra bir süre kapalı kalmış, 1930’lu yılların başında da vakıflar tarafından satılmıştır; yeni sahibi ise mescidi yıkarak yerine bir iş yeri yaptırmıştır. Seyyid Ali Durmuş Baba tarafından yaptırılan 1496-97’de vakıf kayıtlı bir mescid de sonradan o kesimde inşa edilen İmameli (Camili) Han’ın içinde kalmış ve bina yenilendiğinde tarihî karakterini kaybetmiştir. Mercan’da terlikçiler içinde XVI. yüzyılda Pîrî Mehmed Paşa hayratı olan Terlikçiler Mescidi de 1942’de ortadan kalkmıştır.

Büyük Çarşı’nın içindeki çeşmelerden 1835-36 tarihli olanı, klasik üslûpta bir ayna taşı üstüne konulmuş uzun bir kitâbeden ibarettir; belirli bir mimarisi yoktur. Kalpakçılar caddesi ile Sipahi sokağı köşesini süsleyen üç cepheli, barok üslûptaki mermer çeşme ise şehrin güzel sanat eserlerinden biridir. Büyük Çarşı’nın sebili Mercan Kapısı’nda ayakkabıcılar ile köseleciler arasında bulunmaktadır. 1738-39’da kızlar ağası Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmış, fazla gösterişli olmayan, demir şebekeli ve hafifçe barok üslûpta bir eserdir.

Efdaleddin Tekiner, Büyük Çarşı’nın topografyası ile değişik esnafa tahsis edilmiş sokaklarını ve kapılarını bir makalesinde belirtmiştir. Ayrıca aynı yazısında 1886-87 tarihli bir belgeye dayanarak bu sırada Büyük Çarşı’da iki bedesten, 4399 dükkân, 2195 oda ve hücre, bir hamam, 497 dolap, on iki hazine odası, bir cami, on mescid, iki şadırvan, bir sebil, on altı çeşme, sekiz tulumbalı kuyu, bir türbe, yetmiş üç zevak (?), yirmi dört han ve bir mektep bulunduğunu bildirir. Ancak bu belgenin kaynağı gösterilmediği için verilen rakamların kontrolü mümkün değildir.

Yerli ve yabancı yazarlar tarafından, Büyük Çarşı’da tarih boyunca süren nizam ve âdetler ile burada satılan her türlü mala ve çarşının zenginliğine dair pek çok yazı kaleme alınmıştır. Meselâ iki asır kadar önce düzenlendiği sanılan, mahalle bekçileri destanlarından birinde İç Bedesten ile Sandal Bedesteni anlatılır. Ayrıca burada satılan kumaş cinsleri tarif edilmektedir. Büyük Çarşı’da dükkânları olan belli başlı bütün satıcıların anlatıldığı destan ise “Esnaflar Destanı”dır: “… Hana girmiş çuhacılar / Alt tarafa kaşıkçılar / Kürkçüler şaştım kaldım / Üst tarafı aynacılar // Katı çoktur kuyumcular / Etrafında kolancılar / Sırmakeşle takyeciler / Ne hoşçadır yağlıkçılar // Vardım baktım sahhaflara / Sözüm yoktur esnaflara / Mes pabuç lâzım oldu / Sapıverdim haffaflara” şeklinde devam eden bu destan on dört dörtlük içinde Büyük Çarşı esnafının neler sattıklarını bildirir ve böylece burası hakkında değerli bir bilgi kaynağı teşkil eder. Refik Halit Karay da Büyük Çarşı’nın eski zenginlik ve güzelliğini anlatan bir yazı kaleme almıştır.

İstanbul’un başlıca özelliklerinden biri olan Büyük Çarşı’nın geçen yüzyılın sonlarına kadar süren zenginlik ve güzelliğini bugün hâlâ koruduğu söylenemez. Evvelce her mesleğe göre ayrılan sokaklarda karışık esnaf yerleşmiş, eski gravürlerde görülen açık tezgâhlı dükkânların yerlerini maden çerçeveli vitrinler almıştır. İç Bedesten de bu değişmelerle çok çirkin bir görünüm kazanmış, 1915’ten beri mezat yeri olarak kullanılmakta iken son yıllarda bu görevine son verilen Sandal Bedesteni ise içine vitrinli salaş dükkânların yapımına başlanmasından sonra kısa sürede muhteşem mimarisini gizleyen ve bozan bir biçime gireceğini belli etmeye başlamıştır. Ayrıca tonozların kalem işi nakışlarla bezenmesi de Büyük Çarşı’ya tiyatro dekorunu andırır bir görünüm vermektedir.

Büyük Çarşı’da evvelce İç Bedesten’e komşu bir sokakta olan Sahaflar 1894’ten sonra çarşı dışında, Beyazıt Camii yanındaki şimdiki yerinde Tesbihçiler’e çıkmış, burada üstü açık bir yolun iki tarafında sıralanan ahşap dükkânlar 1950’li yıllarda yandıktan sonra da bugün görülen beton kitapçı dükkânları yapılmıştır. Zelzeleden sonra üstü açılan Çadırcılar, yakın tarihlere kadar hurdacılar ve kısmen bakırcılar çarşısı iken son birkaç yıl içinde antika, turistik eşya vb. çarşısına dönüşmüştür. Kalpakçılar ise daha çok yeni ziynet takıları ile altın eşyanın satışı yapılan dükkânlarla doldurulmuştur. Büyük Çarşı’nın içindeki sokakların hemen hepsi eski özelliklerini kaybederek yeni ve fazla kaliteli olmayan malların satışı yapılan yerler halini almıştır. Eski çarşı esnafı âdâbının bugün hâlâ muhafaza edildiği de artık söylenemez.

Kaynak: İslâm Ansiklopedisi