İbrahim Hakkı Paşa

İbrahim Hakkı Paşa, 18 Nisan 1863’te İstanbul’da doğdu. Babası şehremaneti meclis reisi Sakızlı Mehmed Remzi Efendi’dir. Beşiktaş Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra Mekteb-i Mülkiyye’nin idâdî ve yüksek sınıflarında eğitimini tamamlayarak mezun oldu (1882). Maaşsız stajyer memur olarak Hariciye Nezâreti Tahrîrat Kalemi’nde göreve başladı ve stajını tamamlamasının ardından Mâbeyn-i Hümâyun mütercimliğine tayin edildi (1883). Hukuk ve Ticaret mekteplerinde tarih, idare hukuku, devletler hukuku, ticaret hukuku derslerini okuttu; aynı zamanda padişahın Fransızca tercümanlığına getirildi (1891). Mekteb-i Mülkiyye’de de idare ve devletler hukuku derslerini vermekle görevlendirildi. Geçici görevlerle İtalya ve Yunanistan’a gönderildi. Chicago sergisine birinci komiser olarak tayin edildi. Sıhhıye Meclisi üyeliği yaptı. Mâbeyn-i Hümâyun mütercimliği görevi uhdesinde kalmak üzere o zamana kadar daha çok yabancıların bulunduğu Bâbıâli hukuk müşavirliğine getirildi (1894). Devletler hukuku konusundaki uzmanlığından dolayı çeşitli milletlerarası komisyonlarda Osmanlı Devleti’ni temsil etti. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul’u ziyareti sırasında maiyet memurluğunu yaptı (1898).

İbrahim Hakkı Paşa, II. Meşrutiyet’in ilânından bir gün önce kurulan yedinci Said Paşa kabinesinde Maarif nâzırı olan Hâşim Paşa’nın istifası üzerine Maarif nâzırı oldu (2 Ağustos 1908). İki gün sonra kurulan Kâmil Paşa kabinesinde de yerini korudu ve Dahiliye nâzırlığı vekâletini de üstlendi. İtirazlar üzerine kabinede yapılan değişiklikle Dahiliye nâzırlığına asaleten tayin edildi (24 Ağustos 1908), Maarif nâzırlığını da bir süre vekâleten yürüttü. Bu sırada yapılan memur indirimi dolayısıyla açıkta kalan pek çok kaymakam, mutasarrıf ve valinin baskısına mâruz kaldı; basının saldırılarına rağmen parlamento seçimlerinin yapılmasını sağladı. Fakat seçim konusunda ortaya atılan usulsüzlük iddiaları yüzünden meclisin toplandığı gün istifa etti (17 Aralık 1908). Ardından Roma’ya büyükelçi olarak gönderildi; İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin baskıları karşısında istifa etmek zorunda kalan Hüseyin Hilmi Paşa’nın yerine vezâret rütbesiyle sadrazam tayin edilinceye kadar (28 Aralık 1909) orada kaldı. Yeni görevine başladıktan (12 Ocak 1910) sonra meclise sunduğu hükümet programında İttihatçılar’dan memnun olmayanlara karşı “adl ü ihsan” politikası izleyeceğini söyledi. Fakat kabinenin teşekkülüne bakılırsa eski sadrazamdan daha fazla İttihatçılar’a boyun eğdiği anlaşılır. Dahiliye Nâzırı Talat ve Maliye Nâzırı Câvid beylerle Hariciye Nâzırı Rifat Paşa’yı yerlerinde bırakmış, Hareket Ordusu’nun diktatör kumandanı Mahmud Şevket Paşa’yı da Harbiye nâzırı olarak kabineye almıştı. Esasen kurduğu kabinenin bir İttihat ve Terakkî hükümeti olduğunu söylemekten çekinmiyordu.

İbrahim Hakkı Paşa’nın kabinesi İttihatçılar’ın desteğiyle meclisten güven oyu aldı. Hakkı Paşa kabinesi kısa zamanda bu cemiyetin güdümüne girdi. Liyakatsiz kişilerin önemli mevkilere getirilmesi hükümete karşı duyulan güveni sarstı. İttihatçılar’ın tayin ettiği Kosova Valisi Mazhar Bey’in yanlış tutumu yüzünden Arnavutlar isyan etti (1 Nisan 1910). Hükümet bölge mebuslarının tavsiyelerini dinlemeyerek şiddete başvurdu. Harbiye nâzırının olayları silâhla bastırmaya kalkışması isyanın genişlemesine yol açtı. İttihatçılar’ın, muhalefeti susturmak için başlattıkları sindirme hareketi de sürüyordu. Sadâ-yı Millet gazetesi başyazarı Ahmed Samim sokak ortasında öldürüldüğü halde katilin bulunamaması iç huzursuzluğu arttırdı. Mecliste yavaş yavaş oluşan muhalefet hükümeti gensorularla sıkıştırmaya başladı. Ülke başta Balkanlar olmak üzere hızla iç karışıklıklara sürükleniyordu.

İbrahim Hakkı Paşa kabinesi Balkanlar’da iç barışı sağlamak amacıyla kiliseler kanununu çıkardı (3 Temmuz 1910). Balkan milletlerinin Rum Ortodoks kilisesinden ayrıldıkları tarihten beri aralarındaki en büyük anlaşmazlık konusu bölgedeki kilise, mektep ve vakıfların kime ait olduğu idi. II. Abdülhamid bu anlaşmazlık sayesinde Balkan milletlerinin Osmanlı Devleti aleyhine birleşmesini önlemeye çalışmıştı.

İbrahim Hakkı Paşa hükümeti çıkardığı bu kanunla ihtilâflı konuları nüfus oranına göre halletti. Böylece Balkan savaşlarının çıkmasına sebep olan Balkan ittifakının sağlanmasının yolu açılmış oldu. Aralarındaki en büyük anlaşmazlık konusu ortadan kalkınca Bulgar, Sırp, Karadağ ve Yunan devletleri Osmanlı Devleti’ne karşı Balkan ittifakını oluşturdular.

Ülkede önemli meselelerle uğraşıldığı bir sırada Hakkı Paşa hava değişimi bahanesiyle Avrupa seyahatine çıktı (Temmuz 1910). Seyahatte iken Meclis-i Vükelâ’ya Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi’nin ve sadâret işlerine Adliye Nâzırı Necmeddin Molla’nın vekâlet etmesi, İttihatçılar’ın hükümet işlerine daha fazla müdahalesine zemin hazırladı. Seyahati sırasında bazı Avrupalı devlet adamlarıyla da konuşan Hakkı Paşa, Osmanlı Devleti’nin bozulan iç ve dış dengelerini yeniden kurabilmek için İngiltere’ye yaklaşılması gerektiğine inanmaktaydı. Bağdat demiryolu projesi yüzünden bozulan Osmanlı-İngiliz ilişkilerinin düzeltilmesi için harekete geçti. Osmanlı gümrüklerinin % 11’den % 15’e çıkarılmasına itiraz eden İngiltere’ye bazı tâvizlerin verilebileceğini hissettirdi. Hariciye Nâzırı Rifat Paşa da Hakkı Paşa’nın düşüncelerine uygun olarak hazırladığı bir notayı İngiltere’ye verdi (1 Mart 1911). Notada, iki devlet arasında başlıca anlaşmazlık konusu olan Bağdat demiryolu ve Basra körfeziyle ilgili meselelerin müzakere edilerek İngilizler’in istediği şekilde çözümlenebileceği ifade ediliyordu. Bütçe açığını kapatabilmek için gümrük gelirlerinin mutlaka arttırılmasını isteyen Hakkı Paşa hükümeti her türlü tâvize hazırdı. Fakat İngilizler, İttihat ve Terakkî yönetiminin gittikçe kötüleşmekte olduğunu görerek beklemenin daha yararlı olacağını düşündüler ve hemen cevap vermediler. 29 Temmuz 1911’de verdikleri cevabî notada ise yeni birtakım istekler ileri sürdüler. Bâbıâli bu notaya cevap vermeye hazırlanırken Trablusgarp Harbi patlak verdi.

İbrahim Hakkı Paşa kabinesinin dış politikada yaptığı en büyük hatalarından biri de İtalya ile olan ilişkilerde ortaya çıktı. İtalya’nın eskiden beri Trablusgarp ve Bingazi vilâyetleri üzerinde istilâcı emellerinin olduğu bilindiğinden bu iki vilâyet tahkim edilmiş ve yerli halk silâhlandırılmıştı. Roma sefirliğinde de bulunduğu için bunu çok iyi bilmesi ve ona göre tedbir alması gereken Hakkı Paşa nedense tamamen aksini yaptı. Bölgede mevcut askerî birlik Yemen’e gönderildiği gibi buradaki askerî malzeme de İstanbul’a nakledildi. İtalyanlar’a karşı koymaya çalışan Trablusgarp valisi ve kumandanı İbrâhim Paşa da görevinden alındı. Yerine yenisi gönderilmediğinden bölgede bir otorite boşluğu ortaya çıktı. Bu durumdan yararlanmak isteyen İtalya, asayişin sağlanamamasının ticarî çıkarlarına zarar verdiği gerekçesiyle Bâbıâli’ye bir nota vererek Trablusgarp’ın kendisine teslim edilmesini istedi (28 Eylül 1911). Notada, yirmi dört saat içinde olumlu bir cevap alınamadığı takdirde Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgal edileceği bildiriliyordu. Hariciye nâzırlığı görevini de uhdesinde bulunduran Sadrazam Hakkı Paşa derhal kabineyi toplayarak İtalya’nın notasını görüşmeye açtı. Sadrazam konağında yapılan toplantıda bir karar alınamayınca konunun bir de sarayda müzakere edilmesini istedi. Bütün gece yapılan müzakereler sonunda İtalya’ya cevap yazılması ve diğer devletlerden de ara bulucu olmalarının istenmesi kararlaştırıldı. İtalya’ya verilen cevapta, işgalden vazgeçildiği ve Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterildiği takdirde İtalya’ya bölgede daha fazla ticarî ve siyasî imtiyazın tanınacağı bildirildi (29 Eylül 1911). Bunu yeterli bulmayan İtalya, aynı gün verdiği ikinci bir nota ile Osmanlı Devleti’ne resmen savaş ilân etti. Olayların bu noktaya gelmesinden kendini sorumlu tutan Hakkı Paşa, “Vaktiyle benim durumuma düşen sadrazamların padişahlar tarafından boyunları vurulurdu” diyerek aynı gün istifa etti. Böylece bir yıl sekiz ay on sekiz gün süren sadrazamlığı sona ermiş oldu. Muhalefet ve özellikle Trablusgarp mebusları Hakkı Paşa’nın Dîvân-ı Âlî’de yargılanması için meclise önerge verdilerse de İttihatçılar çeşitli siyasî entrikalarla meclisi feshettirerek Hakkı Paşa’nın yüce divana gönderilmesini önlediler.

Hükümet darbesiyle iktidarı tekrar ele geçiren İttihatçılar (23 Ocak 1913) Mahmud Şevket Paşa’yı sadârete getirdiler. Bu sırada Dârülfünun’da hocalık yapmakta olan İbrâhim Hakkı Paşa, İngilizler’in yardımını sağlamadan Osmanlı Devleti’nin devamının mümkün olamayacağını ileri sürüyor ve İngiltere’nin Almanya ile birlikte Osmanlı Devleti’ni koruyup kalkındıracağını savunuyordu. Hakkı Paşa’nın görüşünü benimseyen hükümet İngiltere ve Fransa’ya başvurmaya karar verdi.

İbrahim Hakkı Paşa Londra’ya, Maliye eski nâzırı Câvid Bey de Paris’e gönderildi (Şubat 1913). İbrâhim Hakkı Paşa, 17 Şubat 1913 tarihinden itibaren İngiliz yetkililerle müzakerelere başladı. Muhtevası Osmanlı kamuoyundan saklanan bu müzakereler sırasında âdeta bağımsız hareket eden paşa, görüşmelerle ilgili olarak Bâbıâli’ye bilgi verirken daima kendi fikirlerini de ekliyor, Meclis-i Vükelâ’dan genellikle onun görüşleri doğrultusunda kararlar çıkıyordu. İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında başlayan bu müzakereler diğer devletlerin de dikkatini çektiğinden görüşmeler çok karmaşık bir hal aldı. İngiltere bir yandan Hakkı Paşa ile müzakereleri sürdürürken bir yandan da Almanya, Fransa, Rusya ve İtalya ile ayrı ayrı müzakerelere başladı. Bu devletlerle Osmanlı topraklarının geleceği konusunda yaptığı müzakereler Hakkı Paşa ile yapılan görüşmelere yön verdi. İngilizler, çok yönlü olarak başlattıkları bu müzakereler sonunda önemli gördükleri başlıca konuları kabul ettirdiler (6 Mayıs 1913). Buna karşılık Osmanlı hükümetinin üzerinde durduğu konulardan hiçbiri hakkında herhangi bir anlaşma sağlanamadı.

İbrahim Hakkı Paşa, İngiliz Hariciye Nâzırlığı’na 1 ve 24 Mayıs 1913 tarihlerinde iki muhtıra verdi. Burada Osmanlı gümrüklerinin % 11’den % 15’e çıkarılması, İngiliz tebaasından temettü vergisi alınması, Osmanlı ülkesindeki yabancı postahanelerle kapitülasyonların kaldırılması isteniyordu. İngiltere gümrük vergisinin arttırılmasının, ancak padişahın Mısır’ın borçlanmasını yasaklayan fermanının kaldırılmasından sonra mümkün olabileceğini bildirdi. Uzun müzakerelerden sonra Hakkı Paşa bunu da kabul etti. Osmanlı isteklerinin bazı değişikliklerle İngilizler tarafından benimsendiği ve mutabakatın sağlandığı bir sırada Mahmud Şevket Paşa öldürüldü (11 Haziran 1913). Yeni sadrazam Said Halim Paşa görüşmelere devam edilmesini istedi. Londra sefiri Ahmed Tevfik Paşa, İngiliz Hariciye Nâzırlığı’na başvurarak İngiltere’nin destek ve yardımını temin için, Osmanlı Devleti’nin iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldıracak bir anlaşma yapmak istediğini bildirdi (12 Haziran 1913). Ertesi günü de Hakkı Paşa ile İngiliz Hariciye müsteşarı yardımcısı Sir Louis Mallet mutabakat sağlanan konular hakkındaki antlaşmayı parafe ettiler. Osmanlı hükümeti, Hakkı Paşa’ya İngiltere ile Osmanlı Devleti adına antlaşma imzalama yetkisini verdikten (16 Temmuz 1913) sonra o da İngiliz Hariciye Nâzırı Sir Edward Grey ile sürdürdüğü müzakereleri tamamlayarak 29 Temmuz 1913’te beş antlaşmanın altına imza attı. Bunlar, Basra körfezi ve civarında Osmanlı-İngiliz nüfuz alanlarını belirleyen antlaşma, Şattülarap’ta seyr-i sefâinin düzenlenmesi, Fırat ve Dicle nehirlerinde İngiltere’ye gemi işletme imtiyazının verilmesi, Osmanlı-İran sınırının belirlenmesi ve Osmanlı gümrük gelirlerinin arttırılması ile yabancı postahaneler ve kapitülasyonlara ait antlaşmalardı. İlk dört antlaşma ile İngiltere, Basra körfezinde ve Şattülarap’ta hâkim duruma geliyor, daha önce İngiltere’nin Körfez şeyhleriyle yaptığı gizli antlaşmalar Bâbıâli tarafından kabul ediliyordu. Bahreyn adaları bağımsız hale getirilirken diğer şeyhler de yarı bağımsız oluyor, ayrıca İngiltere Şattülarap, Dicle ve Fırat üzerindeki nehir ticaretini tekeline alıyordu. Osmanlı Devleti’nin bu fedakârlıklarına karşılık İngiltere de Osmanlı gümrüklerinin % 11’den % 15’e çıkarılmasına razı oluyordu. Yeni gümrük tarifesi yayımlandıktan bir yıl sonra yürürlüğe konulacaktı. İngiliz tebaasından temettü vergisi alınması konusu İstanbul’da müzakere edildiğinden antlaşmaya alınmamıştı. İngiltere, yabancı postahaneler konusunda Osmanlı Devleti’nin haklılığını kabul etmekle birlikte, konu diğer devletlerle beraber müzakere edilinceye kadar kendi postahanelerinde Osmanlı pulu satılmasını kabul ediyordu. Kapitülasyonların kaldırılmasına karşı olmakla birlikte diğer devletlerin bu konuda görüşmeye razı olmaları halinde kendisinin de hazır olduğunu belirtiyordu.

Edward Grey, aynı tarihte bir nota vererek antlaşmaların yürürlüğe girmesi için bazı ihtirazî şartlar ileri sürdü. Bu şartlara göre 29 Temmuz 1913 tarihinde imzalanan antlaşmalarda kabul edilen hususların yerine gelebilmesi, ancak padişahın Mısır’ın borçlanmasını yasaklayan fermanını geri almasına ve Osmanlı Asyası demiryolları meselesinin halledilmesine bağlıydı. Demiryolu meselesinin çözümü içinse devletlerin birbirleri ve ilgili şirketler arasında mevcut anlaşmazlık konuları üzerindeki müzakerelerin bitmesi gerekiyordu. Bu müzakereler sonuçlanmadıkça mesele tamamlanmış sayılmayacaktı. Ayrıca İngiltere petrol konusunda da bir antlaşma yapmak istiyordu.

İbrahim Hakkı Paşa da Grey’in ortaya koyduğu bu ihtirazî şartlar muhafaza edildiği sürece antlaşmaların yürürlüğe girmeyeceğini ve ihtirazî şartlar İngiltere tarafından geri çekildiği anda antlaşmaların icra mevkiine konulacağını bildiren bir beyannâmeyi imzaladı. İngiltere’nin ileri sürdüğü konuların halledilmesi için müzakerelere devam edildi.

İbrahim Hakkı Paşa, Edward Grey ile Aden, Nevâhî-i Tis‘a ve Hadramut konularında da antlaşmalar imzaladı (9 Mart 1914). Bununla Aden ve ona bağlı dokuz nahiye ile Osmanlı Yemen vilâyetinin sınırları tesbit edildi. Osmanlı Devleti Hadramut üzerindeki haklarından vazgeçerken İngiltere de bölgeye başka bir devletin yerleşmesini önlemiş oldu. Ayrıca İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında sınır konusunda yapılmış olan protokoller tasdik edilmiş olmaktaydı. Bu antlaşmalar hemen teâti edildi. Fakat 29 Temmuz 1913 tarihli antlaşmalar üç ay içinde teâti edilmesi öngörüldüğü halde bir türlü gerçekleştirilemedi.

Bağdat demiryolu projesinin ortaya çıkardığı meselelerle ilgili olarak taraflar arasında başlayan müzakereler sonucunda çeşitli antlaşmalar imzalandı. Bilhassa İngiltere ile Almanya arasında bazı isteklerinin Bâbıâli’ye kabul ettirilmesi için malî, siyasî ve mânevî baskı yapılması konusunda antlaşma sağlandı. Dolayısıyla Hakkı Paşa’nın Mahmud Şevket Paşa’ya Osmanlı Devleti’nin selâmeti için telkin ettiği İngiliz-Alman yakınlaşması Osmanlılar’ın aleyhine gelişti. Osmanlı hükümeti âdeta kendi eliyle düştüğü bu durumdan kurtulmak için İngiliz-Alman antlaşmasını görmezlikten gelmek istedi. Birkaç hafta sonra I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi Bâbıâli’yi bu antlaşmanın ağır şartlarından kurtardı. Hükümet Hakkı Paşa’yı geri çağırdığı için müzakereler kesildi ve taraflar arasında imzalanmış olan bütün antlaşmalar tastik edilmeden kaldı. Böylece Hakkı Paşa’nın imzaladığı Osmanlı Devleti aleyhindeki pek çok antlaşma yürürlüğe girmemiş oldu.

İbrahim Hakkı Paşa I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte İstanbul’a döndü. Hakkı Paşa 21 Temmuz 1915’te Berlin Sefâreti’ne gönderildi ve ölümüne kadar bu görevde kaldı. 10 Şubat 1917’de sefirlik uhdesinde kalmak üzere Meclis-i A‘yân üyeliğine de tayin edildi.

İbrahim Hakkı Paşa sefirliği sırasında Almanya ile konsolosluk, suçluların iadesi, karşılıklı adlî yardımlaşmalar, iki ülke vatandaşlarının ikametleri gibi birçok önemli anlaşmalara imza attı. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul’u üçüncü defa ziyareti sırasında (14 Ekim 1917) ona refakat etti. Berlin sefirliği esnasında Aralık 1917’de başlayan ve Mart 1918’de sona eren Brest-Litovsk barış görüşmelerine Osmanlı murahhası olarak katıldı. 29 Temmuz 1918’de Berlin’de vefat eden İbrâhim Hakkı Paşa’nın naaşı İstanbul’a getirilerek Beşiktaş’taki Yahyâ Efendi Dergâhı’na defnedildi.

Hakkı Paşa, Batı’yı iyi tanıyan ve Batılı fikirlere sahip bir kimseydi. Döneminin diğer siyasetçileri gibi kısır bir döngünün içine sıkışmış ve devleti derinden sarsmış olan Trablusgarp Savaşı’nı zamanında fark edememişti. Öte yandan siyasî kişiliğini Abdülhamid döneminde kazanmamış olan Hakkı Paşa’nın görüşleri, II. Meşrutiyet parlamentosunun gürültüleri arasında kaynayıp gitmiştir. Yine de parlamentonun çalışmalarına fiilen katılarak yabancı sermayenin celbi, kapitülasyonların olumsuz etkileri ve devlet için ekonomik bağımsızlığın önemini vurgulayan konuşmalar yapmıştır. Hakkı Paşa’nın özel hayatı da tartışma konusu olmuştur. Özellikle Osmanlı devlet ricâli geleneklerine uymayan tavırları, zaman zaman Beyoğlu’nda dolaşması ve sıradan vatandaş gibi davranarak buralardaki eğlence yerlerine ve kumarhanelere devam etmesi garip karşılanmıştır. Bu konuda kendisine yöneltilen eleştirilere aldırmaması ve hatta toplumun bu tavırlarına alışmasını beklemesi de onun bir zaafı sayılmış ve siyasî başarısızlıkları genellikle bunlara bağlanmıştır.

Siyasî hayatına yöneltilen bütün tenkitlere rağmen Hakkı Paşa’nın ilmî yönü herkes tarafından takdir edilmiştir. Üstün hitâbet ve yazı kabiliyetine sahip olan paşa, hızlı ve çalkantılı hayatına rağmen bazı eserler de kaleme almış, hocalığı sırasında talebelerinin hayranlığını kazanmıştır.

Kaynak: İslâm Ansiklopedisi