Damat Halil Paşa
Damat Halil Paşa 1570 civarında Kayseri-Maraş yolu üzerindeki Zeytun (şimdi Süleymanlı) kasabasında doğdu. Devşirme olarak ocağa alındıktan sonra önce Acemi Oğlanları Mektebi’nde, ardından iç oğlanı olarak Enderun’da eğitim gördü. Beylerbeyi Vak‘ası’nda 1589’da öldürülen ağabeyi Vezir Mehmed Paşa sayesinde temayüz edip 1606’da sancak beyi pâyesiyle çakırcıbaşılığa getirildi. Yabancı elçilerle daha bu dönemde yakın temas kurdu. Hatta Fransız elçisi Baron de Salignac’la Üsküdar çevresinde av partilerine katılacak kadar samimi arkadaş oldu. 1607’de yeniçeri ağası olarak Kuyucu Murad Paşa’nın Anadolu’da Celâlî Kalenderoğlu Mehmed ve Canbolatoğlu Ali Paşa’ya karşı giriştiği sefere katıldı. Ayrıca Murad Paşa’nın 1608’de Doğu Anadolu’da huzuru sağlama mücadelesinde de başarılı hizmetlerde bulundu.
1609 yılında Hâfız Ahmed Paşa’nın yerine kaptan-ı deryâ olan Halil Paşa deniz tecrübesi olmamasına rağmen bu görevde başarı sağladı. İlk olarak Murad Paşa’nın idaresinde âsilere karşı hazırlanan orduyu deniz yoluyla naklettiği gibi Akdeniz’de korsanlara karşı düzenli seferler yaptı. Asıl ününü 1609’da, Kıbrıs sularında seksen topu bulunan ve Osmanlılar’ın “karacehennem”, Avrupalılar’ın “kızıl kalyon” dedikleri Chevalier de Fraissinet idaresindeki büyük Malta kalyonunu zaptedip esirler ve diğer dört beş kalyonla birlikte İstanbul’a getirmesi sonucunda kazandı. 25 Kasım 1609’da vezirliğe yükseltildi; 1610’da İspanya’ya karşı Osmanlı Devleti, Hollanda ve Fas arasında ittifak imkânları araştırdı.
Damat Halil Paşa 1611’de kaptan-ı deryâlıktan azledilince yerine Damad Mehmed Paşa getirildi. Halil Paşa, 1613’e kadar süren mâzuliyet döneminde Osmanlı-Hollanda münasebetlerini geliştirmeye çalıştı. Hollanda’nın İstanbul elçiliğine tayin edilen ve 1612-1639 yılları arasında yirmi yedi sene aralıksız bu görevde kalan Cornelis Haga, 17 Mart 1612’de İstanbul’a gelişinden kısa bir süre sonra paşanın yardımıyla kaymakam paşa ve diğer yetkililer tarafından kabul edildi; nihayet 1 Mayıs 1612’de I. Ahmed’in huzuruna çıktı. Yine paşanın yardımıyla Venedik ve Fransız elçilerinin aleyhteki faaliyetleri önlendi. Halil Paşa Bâbıâli nezdinde Hollanda’nın çıkarlarını daima kolladı; ancak İspanya ve Avrupa dengesi göz önünde tutulduğundan Osmanlı Devleti ile Hollanda arasında bir ittifaka girişilmedi. 21 Kasım 1613’te Halil Paşa ikinci defa kaptan-ı deryâ olunca yeniden Tersâne-i Âmire’deki gemilerin teçhizine koyuldu. Türk-Hollanda-Fas ittifakı teşebbüsü tekrar canlandı. Fas hâkimi Mevlây Zeydân’a ve Hollanda’ya mektuplar yazıldı. Halil Paşa 1614 Mayısında Malta üzerine deniz seferine çıktı; dönüşte Trablusgarp’a uğrayıp bu bölgede karışıklıklar çıkaran Sefer Dayı’yı idam ettirdi. Ardından Mayna bölgesindeki âsi Rumlar’ın isyanını bastırdı. Başarılarından dolayı 1614’te I. Ahmed’in taltifine mazhar oldu.
Damat Halil Paşa 1614-1615 kışında donanmanın yenilenmesi ve teçhizi faaliyetlerini sürdürdü. Halil Paşa, gemilerin bir kısmını korsanlara karşı Akdeniz’de güvenliği sağlamak için bırakmıştı. 16 Mayıs 1615 tarihinde küçük bir İspanya deniz gücüyle karşı karşıya gelindiyse de ciddi bir çarpışma olmadı. İstanbul’da, paşanın önemli bir başarı elde etmeden zaman geçirdiği konusunda dedikodular yapıldı. 1616’da donanmanın yenilenmesi ve teçhizi işine I. Ahmed’in desteğiyle tekrar girişen Halil Paşa, Osmanlı idaresinin Cezayir ve Tunus’ta yeniden tesisi için yaptığı teşebbüslerde başarılı oldu; ayrıca bu bölgelerde İngiliz ve Felemenk ticaret gemilerine düzenlenen korsan saldırılarını önlemeye çalıştı. Kaçak mal ticaretinin büyük ölçüde artması ve Karadeniz’de sahil şehirlerine Kazak baskınlarının sıklaşması üzerine Halil Paşa buraya bir donanma gönderdi. Kendisi de Ege denizine bir sefer düzenledi. Bu faaliyetleri üzerine de 17 Kasım 1616’da sadâret makamına getirildi.
Vezîriâzamlığı sırasında, Osmanlı Devleti ile imtiyaz ahidnâmesi bulunan dört ülkenin tebaasının haraç ödeme mükellefiyetini kaldırdı, böylece diplomatik münasebetleri ıslah etmeye çalıştı. İspanya tehdidine karşı donanmanın hazırlanması emrini verdi. 15 Haziran 1617’de serdâr-ı ekrem sıfatıyla devam etmekte olan Osmanlı-Safevî mücadelesine katıldı. Aynı yılın kasım ayında I. Ahmed’in vefatı üzerine meydana gelen saltanat değişikliğinde sınır boylarında bulunduğu için faal bir rol oynamadı. Sultan Mustafa’nın kısa süre içinde tahttan indirilmesi ve 26 Şubat 1618’de II. Osman’ın cülûsu olayları sırasında da yine merkezden uzakta İran sınırında bulunuyordu. Hatta son saltanat değişikliği için kendisinden mektupla görüş alınmıştı. Kışı Diyarbekir’de geçiren paşa 1618 Mayısında İran’a karşı harekete girişti. Ancak 10 Eylül 1618’de Osmanlı ordusu Erdebil yakınlarında yenilgiye uğradı. Bunun üzerine Safevîler’le, yıllık ipeğin 100 yüke indirilmesini öngören değişiklik dışında daha önceki antlaşmaları esas alan bir antlaşma imzalandı. Serav Muahedesi denilen bu antlaşma 29 Eylül 1618’de II. Osman tarafından da tasdik edildi ve 1624’e kadar yürürlükte kaldı. Kışın bir kısmını Tokat’ta geçiren Halil Paşa İstanbul’a döndüğünde sadâretten azledildiğini öğrendi (18 Ocak 1619). Kendisine teklif edilen Şam beylerbeyiliğini kabul etmeyerek mürşidi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin dergâhına sığınmayı tercih etti, ancak vezir unvanını ve divan üyeliğini korudu. 23 Aralık 1619’da üçüncü defa kaptan-ı deryâ olunca İspanya muhalifi siyasetini devam ettirdi. Hatta II. Osman’a, önemli bir deniz gücüne sahip Venedik’e saldırmak yerine İspanya Krallığı’nı işgal etmeyi tavsiye etmiş, böyle bir sefer için Fas’ın desteğinin de sağlanabileceğini belirtmişti. Ancak Sadrazam Güzelce Ali Paşa Habsburglar’a karşı yeni bir Macar, II. Osman ise Lehistan seferi üzerinde durduklarından bu fikre itibar etmediler. Lehistan seferi sırasında kara ordusunu desteklemek için Halil Paşa’nın kırk üç parça donanma ile Tuna ağzında hazır bulunması emredilmişti. Bu bölgede ağır kış şartlarında çok zarar gören donanma 27 Haziran 1620’de yeniden Akdeniz’e açıldı. Halil Paşa İspanya’ya karşı Manfredonya’ya bir baskın yaptı; ekim ayına kadar orada kaldıktan sonra ertesi yıl bizzat II. Osman’ın kumanda ettiği Lehistan seferini desteklemek için Karadeniz’e açıldı. Kırk kadırgadan oluşan bir donanma ile Kazaklar’ın akınlarını engelledi, Kasım 1621’de geri döndü. 1622 ilkbaharında padişah tarafından Akdeniz’e sefere çıkması emredildiyse de mayıs ayında patlak veren ihtilâl bu teşebbüsü sonuçsuz bıraktı. II. Osman’ın tahttan indirilmesiyle neticelenen ihtilâl sırasında Halil Paşa Sarayburnu açıklarında gemide idi. Bu esnada kendisine teklif edilen sadrazamlığı kabul etmemiş (20 Mayıs 1622) ve olayların dışında kalmayı tercih etmişti. Haziran 1622’de donanma ile yıllık mûtat sefere çıktı. 1623 başlarında Halil Paşa hâlâ kaptan-ı deryâ olup Lehistan ile barış görüşmelerini desteklemekteydi. Fakat yeni sadrazam Mere Hüseyin Paşa, kendisine rakip olarak gördüğü Halil Paşa’yı görevden aldırarak Malkara’ya sürdürdü (Nisan 1623).
Damat Halil Paşa bundan sonra, II. Osman’ın intikamını almak için Erzurum’da isyan eden Abaza Paşa ile meşgul oldu. Abaza kendi himayesinde yetişmiş olup mânevî oğlu durumundaydı. Onun Abaza üzerindeki etkisi bilindiğinden kendisine vezirlik pâyesi verildi ve muhtemelen Vâlide Kösem Sultan tarafından bu isyan hareketini yatıştırması istendi. Halil Paşa’nın Abaza’yı yatıştırma ve yeniden itaatini sağlama yolundaki çabaları bir netice vermedi. Abaza bir tertipten korkarak eski hâmisinin teklifini reddetti. IV. Murad, 2 Aralık 1626’da Halil Paşa’yı ikinci defa sadârete getirdi ve hâlâ isyan halinde olan Abaza’yı itaat altına almakla görevlendirdiği gibi ayrıca İran’la sürmekte olan savaşı barışla sonuçlandırmasını istedi.
Damat Halil Paşa yeni bir Şark seferine çıktı. Halil Paşa, önce 27 Ağustos 1627’de Erzurum’da Abaza ile müzakerelerde bulunup onu orduya davet ettiyse de herhangi bir netice alamadı. Bunun üzerine Erzurum’u kuşattı. Bu arada Ahıska İran’ın eline geçti, Erzurum kuşatması da kasım ayında kaldırıldı. Halil Paşa kışı geçirmek üzere Tokat’a geçti. Böylece bu seferin Anadolu ve Suriye’de asayişin temininden başka faydası olmadı. İran serhaddindeki başarısızlık ve Abaza ile müzakerelerin sonuçsuz kalması Halil Paşa’nın 6 Nisan 1628’de azline yol açtı. Mayıs 1628’de İstanbul’a döndüğünde hâlâ vezâret rütbesini koruyan Halil Paşa 5 Ağustos 1629’da vefat etti. Türbesi, Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı’nda şeyhinin türbesi yakınındadır.
Damat Halil Paşa Melâmiyye-Hamzaviyye, Şâbâniyye, Halvetiyye ve bilhassa Celvetiyye gibi tarikatlarla irtibat halinde idi. Celvetî şeyhi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin onun üzerinde büyük etkisi vardı. Sıkıntılı ve nazik dönemlerde Hüdâyî Dergâhı’na sığınarak oradan güç ve teselli alırdı; bilhassa 1619, 1623, 1628 yıllarında karşılaştığı zorluklarda bizzat şeyhin tavsiye ve duasını almayı ihmal etmemişti. Aziz Mahmud Hüdâyî onun son tayininde de etkili olmuştur. Hüdâyî’nin, Halil Paşa ile arkadaş olan Hollanda elçisi Haga’yı da dergâhına kabul ettiği bilinmektedir.
Haga başta olmak üzere Halil Paşa’nın bazı elçilerle ahbaplık ve arkadaşlık kurması, Osmanlı Devleti’nde o tarihe kadar pek örneğine rastlanmayan bir olaydır. Bu dostluklar sayesinde Haga, Salignac, Césy, Nani, Valier gibi elçilerden diplomatik-politik bilgiler toplamayı ve bunları devletin menfaatine kullanmayı başarmıştır. Yerli ve yabancı tarihçiler Halil Paşa’yı mutedil, tedbirli bir devlet adamı ve iyi bir kaptan olarak nitelerler. Diplomaside ve savaş meydanlarında çok başarılı olmamakla birlikte kökleşmiş İspanyol karşıtı politikası sebebiyle Venedik, Felemenk, Fransız tarihçilerinin ve çağdaşlarının takdirini kazanmıştır.
Damat Halil Paşa’nın biri Üsküdar’da, diğeri Fatih’te iki hayratı olduğu bilinmektedir. Aziz Mahmud Hüdâyî Dergâhı yanında Aziz Mahmud Efendi sokağı ile Açık Türbe sokağının kesiştiği köşede bugün hâlâ mevcut türbe, sebil ve çeşmeden oluşan bir hayratı vardır. Ayrıca Kapıcı Tekkesi adıyla bilinen zâviyesi, türbesi ve sebili bulunmaktadır. Ayvansarâyî, Fatih’te Feyzullah Efendi Medresesi karşısında bir camisi olduğunu da belirtmektedir. Halil Paşa, Eğriboz’a 25 km. uzaklıktan içme suyu getirtmiş olup inşa ettirdiği su kanallarının kalıntıları bugüne kadar ulaşmıştır. Bu arada onun hayatını ve gazâlarını konu edinen Gazânâme veya Gazavatnâme-i Halîl Paşa adlı bir eserin varlığı bilinmektedir.
Kaynak: İslâm Ansiklopedisi