Çırağan Vakası
Çırağan Vakası, Aklî dengesinin bozulması yüzünden tahta çıktıktan üç ay sonra hal‘ edilerek Çırağan Sarayı’nda oturmasına izin verilen V. Murad buradan kaçırılmak istenmiştir. Bunlardan kanlı olarak bastırılanı Ali Suâvi’nin giriştiği Çırağan Vakası’dır. (20 Mayıs 1878).
V. Murad’ın annesi Şevkefzâ Kadınefendi, oğlunun sıhhatinin iyi olduğu ve II. Abdülhamid’in haksız yere tahtı ele geçirdiği propagandasını yayıyordu. II. Abdülhamid bu dedikoduları etkisiz hale getirmek üzere yerli ve yabancı doktorlara V. Murad’ı tekrar muayene ettirerek gerçekten hasta ve tedavisinin de imkânsız olduğuna dair bir rapor aldığı halde üç ay sonra V. Murad’ı kaçırmak üzere kurulmuş gizli bir cemiyetin varlığı ortaya çıkarıldı (Kasım 1876). İngiliz elçiliği eski hizmetlilerinden Rum asıllı İstavridis ile Lehistan göçmenlerinden Jüli’nin de dahil olduğu gizli cemiyetin elebaşıları kadın kıyafetinde saraya girerlerken yakalandı. Yapılan muhakeme sonucunda her biri ömür boyu sürgün cezasına çarptırıldıysa da II. Abdülhamid tarafından affedildiler (27 Nisan 1877).
Teşkilâtlarına mensup olması dolayısıyla Sultan Murad’ın sağlığı ve âkıbetiyle yakından ilgilenen masonların güvenini kazanmış olan İbrâhim Edhem Paşa’nın sadrazamlıktan azlinden sonra (11 Ocak 1878) İstanbul’daki mason teşkilâtı tarafından V. Murad’la ilgili olarak gizli bir cemiyet kuruldu. Komitenin kurucusu Prodos mason locasının üstâd-ı âzamı olan Cleanti Scalieri idi. Rum asıllı bir tüccar olan Cleanti V. Murad’ı daha veliaht iken on sekizinci dereceden mason locasına kaydederek onunla sıkı bir dostluk kurmuştu. Sultan Murad’ın câriyelerinden Nakşibend Kalfa, Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dairesi muavinlerinden Ali Şefkati Bey ile Evkaf Nezâreti Senedat Odası Mukabelecisi Aziz Bey gizli cemiyetin belli başlı üyeleriydiler. Aziz Bey’in faaliyetleri ve cemiyetin ikinci başkanı gibi telakki edilmesinden dolayı bu cemiyete “Cleanti Scalieri-Aziz Bey Komitesi” denilmiştir.
Cleanti Scalieri su yolunu kullanarak sık sık Çırağan’a giriyor, Sultan Murad ve Vâlide Sultan’la görüşüyordu. Paris’ten özel olarak getirttiği bir doktoru da aynı yoldan Çırağan’a sokmuş ve bir hafta süreyle V. Murad’ı tedavi ettirmişti. Scalieri, V. Murad’ı tekrar tahta çıkarmak için büyük devlet adamlarını elde etmek üzere Nakşibend Kalfa vasıtasıyla giriştiği teşebbüs başarısız kalınca İngiliz elçiliğine başvurdu. İngiliz elçiliğinden beklediği desteği alamayan Cleanti-Aziz Bey Komitesi II. Abdülhamid’i bir suikastta öldürerek V. Murad’ı tekrar tahta geçirmeye karar verdi. Cemiyet üyelerinden Hacı Hüsnü Bey durumu bağlı olduğu Kâşgar elçisi Yâkub Han vasıtasıyla padişaha bildirdi. II. Abdülhamid de Hacı Hüsnü Bey’i cemiyet hakkında bilgi toplamak üzere görevlendirdi. Cemiyet Şubat 1878’den itibaren suikast planını uygulamak için birkaç defa harekete geçtiyse de hükümet daha önce tedbir aldığı için başarıya ulaşamadı. Bu sırada patlak veren “Ali Suâvi Vak‘ası” komitenin harekete geçmesini geciktirdiği gibi Hacı Hüsnü Bey’in de tutuklanmasına sebep oldu. “Çırağan Vak‘ası” olarak bilinen bu olayın Scalieri-Aziz Bey Komitesi’yle ilişkisinin olup olmadığı tesbit edilememekle birlikte bu konuda çeşitli spekülasyonlar yapılmıştır.
II. Abdülhamid’in tahta çıkmasından sonra onun izniyle İstanbul’a dönen (Ekim 1876) ve 16 Aralık 1877’de bütün resmî görevlerine son verilen Ali Suâvi’nin bu tarihten ölümüne kadar geçen yaklaşık beş aylık sürede ne yaptığı kesin olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılar onun bu sırada Üsküdar Komitesi adıyla gizli bir cemiyet kurduğunu ileri sürerken bazıları da İngiliz ve Ruslar’la sıkı münasebette bulunduğunu iddia etmektedirler. Fakat Doksanüç Harbi’ni yenilgiyle sona erdiren Edirne Mütarekesi (31 Ocak 1878) ve Ayastefanos Antlaşması’nın (3 Mart 1878) ağır hükümlerinin Ali Suâvi’yi çok etkilediği muhakkaktır.
Ali Suâvi, taraftarlarına cami ve medrese gibi yerlerde yoğun bir propaganda başlattı. Özellikle bu sırada İstanbul’da toplanmış bulunan Rumeli muhacirleri arasına giren propagandacılar II. Abdülhamid aleyhine ve V. Murad lehine sözler söylüyorlardı. V. Murad’ın tahta çıkması halinde Ruslar’la yapılan antlaşma şartlarının bozulacağını ve Ruslar’ın İstanbul önünde yenilgiye uğratılacağını ileri sürüyorlardı. Bu gibi propagandacılardan bazıları olaydan dört gün önce yakalanarak hapsedilmişti. Çırağan Sarayı ile de haberleşen Ali Suâvi, Sofya’da ve Filibe’de görev yaptığı için gayet iyi tanındığı Filibeli muhacirler arasından epeyce taraftar topladı. Onlara Bulgarlar’a karşı bir direniş teşkilâtı kurduğunu, padişah tarafından kendilerine silâh ve ihsanlar dağıtılacağını söyleyerek Çırağan Sarayı önünde toplanmalarını istedi. 19 Mayıs 1878 günü Basîret gazetesinde bir mektup yayımlayan Ali Suâvi, “Müşkilât-ı hâzıra pek büyüktür, lâkin çaresi pek kolaydır. Yarınki nüshamızda cümlenin müsaadesiyle bu çareyi kısacık şerh ve beyan edeceğim. Bugün şu mektubum yarınki neşre enzâr-ı umûmiyyeyi celb içindir efendim” diyerek ihtilâl yapacağını âdeta ilân etti. Ertesi gün Rumeli muhacirleri sabahın erken saatlerinden itibaren Çırağan civarındaki Mecidiye Camii’nde toplanmaya başladılar. Ali Suâvi de Üsküdar’daki evinden Kuzguncuk’a geldi ve orada toplananlarla birlikte mavnalarla Çırağan yakınlarına geçti. Karadan ve denizden sarılan sarayın muhafızları etkisiz hale getirildikten sonra Ali Suâvi yanına birkaç kişi alarak ikinci kattaki Sultan Murad’ın dairesine çıktı. Daha önceden haberli olduğu için giyinmiş vaziyette bekleyen V. Murad’ın bir koluna kendisi, diğer koluna da Nişli Sâlih girerek onu saraydan çıkarmaya çalışırlarken Beşiktaş Karakolu muhafızı Hasan Ağa (Yedisekiz Hasan Paşa) bir grup askerle sarayı kuşattı. Hasan Ağa kapılara nöbetçi diktikten sonra yanında birkaç adamıyla birlikte sarayın üst katına çıktı. Sultan Murad’ın iki kişinin kolunda aşağıya indirildiğini görünce daha önce tanımadığı, fakat elebaşı olduğunu anladığı Ali Suâvi’nin başına sopa ile vurarak onu öldürdü. Sultan Murad bu olay karşısında heyecana kapılarak kendisini hazine dairesine attı ve kapıyı da arkasından kilitledi. Çıkan çatışmada Nişli Sâlih, Arnavut Sâlih, Hacı Ahmed ve Molla Mustafa gibi elebaşılarla birlikte yirmi üç kişi öldü, otuzu yaralı olmak üzere pek çok kişi yakalandı.
Bazı araştırmacılara göre 250, bazılarına göre 500 kişilik bir muhacir grubuyla Çırağan Sarayı’nı basan Ali Suâvi’nin gerçek maksadı ve kendisini kimlerin desteklediği bugüne kadar ortaya çıkarılamamıştır. Fakat bu olay II. Abdülhamid’i büyük ölçüde etkilemiştir. Nitekim olayın bastırılmasından sonra yakalananları bizzat sorguya çeken padişah ilk tedbir olarak muhacirlerin İstanbul dışına çıkarılmalarını isterken Sultan Murad ve ailesini de Yıldız Sarayı içinde bulunan Malta Köşkü’nde göz hapsine aldırdı. Vükelâ heyeti padişahın isteği üzerine V. Murad’ın bundan sonraki durumunu görüşerek aldığı kararları (11 Mayıs 1294 r. / 23 Mayıs 1878) tarihli bir tezkire ile bildirdi. Kararda V. Murad’a ait elli sekiz kalem kıymetli silâh, tabanca vs. ile, Sultan Abdülaziz’e ait para ve doksan yedi parça mücevherin emaneten Mâbeyn-i Hümâyun’a konulması, Sultan Murad’ın Topkapı Sarayı’nda sıkı koruma altına alınması veya Kütahya, Isparta ve Sivas’ta oturtulması, annesi Şevkefzâ Kadınefendi’nin de Hicaz’a gönderilmesi tavsiye ediliyordu. Hükümetin bu tavsiye kararı üzerine eski padişahın elinde bulunan silâh, para ve mücevherler müsadere edildi. II. Abdülhamid olayın arkasında bulunması muhtemel kişileri öğrenmek istiyordu. Bu sırada Nişli Mahmud imzalı bir jurnalde bu olayın vükelâ tarafından tertiplendiğinin bildirilmesi padişahın şüphelerini büsbütün arttırdı. Olayın gerçek faillerini ortaya çıkarmak üzere Mâbeyin Başkâtibi Said Bey’in (Küçük Said Paşa) başkanlığında kurduğu komisyon pek çok kişiyi sorguya çekti. Bu kişilerden çoğu, Ali Suâvi’nin vükelânın kendilerini desteklediğini ifade ettiğini söylüyorlardı. Fakat esas elebaşılar öldürüldüğü ve evlerinde yapılan araştırmalarda da herhangi bir belge bulunamadığı için olayda parmağı olan devlet adamlarının kimler olduğu anlaşılamadı. Herkesten şüphe eden II. Abdülhamid, Başvekil Mehmed Sâdık Paşa’nın, “Artık Sultan Murad’ın çaresine bakmalı” gibi sözler sarfetmesinden telâşlanarak, olaydan yedi gün sonra, Sâdık Paşa’yı azletti (28 Mayıs 1878). Yerine sadrazam unvanıyla tayin ettiği Mütercim Rüşdü Paşa’dan da aynı şekilde şüphelenen ve birtakım jurnaller alan padişah bir hafta sonra onu da azletti (4 Haziran 1878). Daha pek çok devlet adamı aynı şüpheyle çeşitli görevle İstanbul dışına çıkarıldı.
Tahkikat komisyonu, Ali Suâvi’nin Üsküdar’daki yalısında onunla birlikte oturmuş olan Filibeli Ahmed Paşa ile damadı Hâfız Nûri Bey, Uzuncaâbad Hasköylü Hacı Mehmed ve Hâfız Ali’nin ifadelerine dayanarak hazırladığı fezlekeyi 30 Mayıs 1878 günü İdâre-i Örfiyye Dîvân-ı Harbi’ne verdi. Alyanak Mustafa Paşa başkanlığında Dîvân-ı Harb’de yapılan muhakeme kısa sürede tamamlandı. 2 Haziran 1878 günü açıklanan mahkeme kararına göre olayla birinci derecede ilgili bulunan Hâfız Nûri ölüm cezasına, Filibeli Ahmed Paşa, Hâfız Ali ve Hacı Mehmed olaya katılmamakla birlikte gizli cemiyete üye oldukları için ömür boyu sürgün cezasına çarptırıldılar. Nûri Bey (Üsküdarlı Kız Nûri diye meşhur) ile İzzet Paşa’nın oğlu Süleyman ve Bağdatlı Gürcü Süleyman (Mahmud Şevket Paşa’nın babası) beylere üçer yıl kürek cezası verildi. Basîret gazetesi sahibi Ali Efendi’ye, olaydan bir gün önce Ali Suâvi’nin mektubunu yayımladığı için 25 lira para cezası verildi ve gazetesi de kapatıldı. Filibeli Şevki ile Sâlih’e dörder, diğerlerine üçer yıl mahkûmiyet cezası verildi. Ayrıca V. Murad’ın kilercibaşısı Çankırılı Ali, aşçıbaşısı Bolulu Hasan, Şehzade Selâhaddin’in lalası Ali Efendi ve Ahmed Ağa aileleriyle birlikte memleketlerine gönderildiler. Çırağan Vak‘ası hakkında Türkçe gazetelere sansür konulduğu için ne olduğunu anlayamayan ve hadiseyi çeşitli şekillerde yorumlayan İstanbul halkı, esnaf ve muhacir temsilcileri gerçeği öğrendikten sonra belediyeler aracılığıyla dilekçeler vererek olaydan duydukları üzüntüyü ve padişaha olan bağlılıklarını dile getirdiler.
Ali Suâvi Vak‘ası ile ilgili tahkikatın sonuçlandığı sırada Cleanti Scalieri-Aziz Bey Komitesi’nin yeni bir teşebbüsü başlamadan bastırıldı. Malta Köşkü’nde sıkı bir koruma altında tutulan V. Murad Cleanti’ye bir mektup yazarak eğer kurtarılmazsa Malta Köşkü’nün kendisine mezar olacağını bildirdi. Mektubu okuyan Cleanti II. Abdülhamid’e hitaben bir bildiri kaleme aldı. Altına da “Komite” imzasını atarak Eastern Expres gazetesine gönderdi. Gazete müdürüne de yazı yayımlanmazsa öldürüleceği tehdidinde bulundu. Müdür Whitaker durumu Mâbeyin Müşiri Said Paşa’ya bildirerek ne yapması gerektiğini sordu. O da bildiriyi yayımlayabileceğini söyledi. Bildiri yayımlanır yayımlanmaz ilk nüshası Said Paşa’ya gönderildiğinden o da padişaha takdim etti. Büyük bir telâşa kapılan II. Abdülhamid gazetenin müdürünü saraya çağırtarak sorguya çektikten sonra gazetesini kapattığı gibi kendisini de İstanbul’dan kovdu. Said Paşa’nın da olayın içinde olduğundan şüphelenen padişah onu da Anadolu’ya sürdü. Bu hadiseden sonra Sultan Murad tekrar Çırağan Sarayı’na nakledildi. Daha önce görevlendirdiği Hacı Hüsnü Bey’den epeyce bilgi toplayan II. Abdülhamid ikinci bir Çırağan Vak‘ası patlamadan Scalieri-Aziz Bey Komitesi’nin yakalanmasına karar verdi. 8 Temmuz 1878 günü Zaptiye Nâzırı M. Ârif Paşa’ya gerekli tâlimatı verdi. Ârif Paşa ertesi günün gecesi bir ekiple Aziz Bey’in Cerrahpaşa’daki evini bastı. Toplantı halinde bulunan cemiyetin pek çok üyesi yakalandı. Fakat asıl elebaşılardan Cleanti, Nakşibend Kalfa ve Ali Şefkati Bey gizli yoldan kaçmayı başardılar. Mason localarının yardımlarıyla Cleanti ile Nakşibend Kalfa Yunanistan’a, Ali Şefkati Bey de Fransa’ya gittiler. Yakalananların sorgulamaları yapıldıktan sonra Serasker Kapısı’nda kurulmuş olan Alyanak Mustafa Paşa başkanlığındaki Dîvân-ı Harb’e verildiler. Sorgulama ve yargılama 13 Ekim 1878 tarihine kadar üç aydan fazla sürdü. Mahkeme, bu olayın da Ali Suâvi Vak‘ası’yla bağlantılı ve ona benzer olduğu kanaatine vardı. Her iki olayda da iç güvenliğin ihlâl edildiği noktasından hareketle cezalar verildi. Cleanti Scalieri, Aziz Bey, Nakşibend Kalfa, Ali Şefkati Bey ve Dr. Âgâh Efendi birinci derecede suçlu bulunarak idama mahkûm edildiler. Fakat cezaları padişah tarafından on beşer yıl kalebentlik cezasına çevrildi. İkinci derecede suçlu bulunan on kişiye on ikişer, üçüncü derecede suçlu bulunan sekiz kişiye altışar, dördüncü derecede suçlu bulunan iki kişiye üçer yıl kalebentlik cezası verildi. Komite hakkında padişaha bilgi veren Hacı Hüsnü Bey hakkında özel bir karar verilerek (30 Eylül 1294 r./12 Ekim 1878) altı yıllık kalebentlik cezası altı yıl Antep’te sürgün cezasına çevrildi. Ali Suâvi Vak‘ası’ndan dolayı üç yıl kalebentlik cezasına çarptırılan Nûri Bey’in cezası da bu olaydan dolayı altı yıla çıkarıldı.
Ali Suâvi Vak‘ası’ndan hüküm giyenlerle Cleanti Scalieri-Aziz Bey Vak‘ası’ndan hüküm giyenler hep birlikte özel memurların gözetiminde 1 Kasım 1878 günü cezalarını çekecekleri yerlere sevkedildiler. Atina’daki evinde Nakşibend Kalfa ile birlikte yaşayan Cleanti II. Abdülhamid’in hafiyeleri tarafından adım adım takip edildi. Cleanti hangi işe el attıysa padişah tarafından çeşitli yollarla engellendi. II. Abdülhamid Cleanti’nin hayatından çok, giderken beraberinde götürdüğü evrakla ilgileniyordu. Özellikle tahta çıkmadan önce Midhat Paşa ve arkadaşlarına verdiği “Maslak Mukavelesi” adlı belgenin Cleanti’de olduğunu sanıyordu. V. Murad iyileştiği takdirde saltanatı tekrar ona devredeceğini taahhüt ettiği bu belgeden başka komite ile ilişkisi olan devlet adamlarının listesini de elde etmek istiyordu.
Cleanti Scalieri II. Abdülhamid’in takibatından kurtulmak için Osmanlı Devleti’nin Atina konsolosu Ali Nûri Bey aracılığıyla padişahtan af diledi ve ona bazı belgeler gönderdi. Padişah Cleanti’ye 25 ve Medine’de oturmak şartıyla Nakşibend Kalfa’ya da 7 altın maaş bağladığını ve onları affettiğini Atina elçisi Feridun Bey vasıtasıyla bildirdi (1886). Cleanti affedildiği için memnun olmakla birlikte Nakşibend Kalfa’nın Medine’de oturması şartına bağlı olarak verilen maaşı kabul etmeyeceğini bildirdi. Böylece ikisi de Atina’da oturmaya, padişah da baskı yapmaya devam etti. II. Abdülhamid’in hafiyeleri Cleanti’nin yeğenini elde ederek onun vasıtasıyla evrakı ele geçirmeye çalıştılarsa da başaramadılar. Uzun süren takip sonunda Cleanti tekrar Ali Nûri Bey aracılığıyla Maslak Mukavelesi’nin kendisinde olmadığını, bunu Midhat Paşa’nın İngiltere’ye giderken beraberinde götürdüğünü bildirdi. Bunun üzerine padişah Cleanti’yi takip etmekten vazgeçti. Nakşibend Kalfa da Scalieri’nin ölümünden sonra Mısır’a gitti ve orada öldü. Ali Şefkati Bey ise Avrupa’da çıkardığı İstikbâl adlı gazetede Abdülhamid yönetimi aleyhine neşriyattan dolayı 16 Haziran 1881’de gıyaben rütbe ve memuriyet haklarından mahrum edilerek ömür boyu sürgün cezasına çarptırıldı ve malları müsadere edildi. 1896’da Paris’te ölen Ali Şefkati Bey Perleşez’e defnedildi.
Ali Suâvi Vak‘ası ile Cleanti Scalieri-Aziz Bey Vak‘ası arasında bir hayli ortak noktanın bulunması dikkate şayandır. Her iki olayda da Sultan Murad’ın Çırağan’dan kaçırılması hedef alınmış, her ikisi de ulemâ, ordu ve devlet erkânı iştiraki olmaksızın tertip edilmiştir. Gerek Ali Suâvi gerekse Cleanti Scalieri’nin Sultan Murad’ı hemen tahta çıkarmaktan çok Londra’ya kaçırmak istedikleri anlaşılmaktadır. Ali Suâvi Vakası’nda bulunan üç kişinin aynı zamanda Cleanti Komitesi üyesi olmaları bir rastlantı olmasa gerektir. Bu ortak noktalar dikkate alındığında ayrı ayrı gibi görünen bu iki olayın büyük bir teşkilâtın, yani milletlerarası mason localarının muvafakatiyle yapıldığı ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Belgeleri ele geçiremediği için olayların arkasına gizlenen esas suçluları ortaya çıkaramayan II. Abdülhamid’in bu iki olaydan sonra vehmi daha da arttı. Ayrıca bu iki olay masonlar hakkında birtakım kanaatler edinmesine de vesile oldu. Padişaha göre masonlar Ermeniler ve Rumlar’la birlikte hareket ediyorlardı. Özellikle İngiltere ile birlikte Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve kendisini devirmek konusunda mutabık idiler. II. Abdülhamid, olaylara karışanların Genç Osmanlılar’la ilişkileri konusunda açık kayıtlara rastlamamakla birlikte Cleanti ile Ali Şefkati’nin Sultan Murad ile görüşmeleri sırasında Midhat Paşa ve Nâmık Kemal’den bahsetmeleri, Ali Suâvi’nin de eskiden Genç Osmanlılar Cemiyeti’ne mensup olması yüzünden olayın fikir yönünden Genç Osmanlılar’la irtibatlı olduğuna inanmaktadır. Bundan dolayı padişahın Genç Osmanlılar’a karşı duyduğu güvensizlik bu olaylardan sonra daha da artmıştır.
Kaynak: İslâm Ansiklopedisi