Şehzade Mustafa

Şehzade Mustafa Çelebi, Manisa’da doğdu (1515). Annesi Süleyman’ın ilk gözdesi olan Mâhidevran’dır. İlk çocukluk yılları Manisa sarayında geçti. Babasının 1520’de tahta çıkışının ardından annesiyle birlikte İstanbul’a gitti. Kendisinden önce doğan kardeşleri Mahmud ve Murad’ın ölümü üzerine büyük şehzade olarak sarayda itina ile yetiştirildi ve iyi bir eğitim aldı. Daha dokuz yaşında iken Venedik elçisi onun son derece yetenekli olduğunu, büyük bir savaşçı olacağını, yeniçeriler tarafından çok sevildiğini yazar. Ancak Hürrem Sultan’ın devreye girişi, padişaha yeni erkek evlâtlar vermesi ve annesinin gözden düşmesi durumunu sarstı.  (1530) kardeşleri Mehmed ve Selim ile birlikte sünnet edildi. On sekiz-yirmi gün kadar süren şenlikler yapıldı. (Şubat 1534) Saruhan sancak beyi sıfatıyla Manisa’ya gönderildi. Bu durum başlangıçta babasının yerine en kuvvetli aday olarak görüldüğünü ortaya koyar. Fakat muhtemelen gerek kendisini himaye ettiği anlaşılan babaannesi Hafsa Sultan’ın ölümü (1534) gerekse iyi ilişkiler içinde bulunduğu Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa’nın katli (1536) geri plana düşmesine ve Hürrem Sultan’dan olma kardeşlerinin öne çıkmasına yol açtı.

Kanuni Sultan Süleyman’ın, oğulları Şehzade Mustafa, Mehmed ve Selim için düzenlediği 1530’daki sünnet düğününde şehzadeleri ile birlikte At Meydanı’ndaki pehlivan ve ip cambazlarının hünerlerini izlemeleri

Şehzade Mustafa, Manisa’da sekiz yıl süren idareciliği sırasında halk arasında iyi bir intiba bıraktı. Onu burada iken gören Venedikli Michele Membre, şehzadenin her cuma günü alayla Manisa’daki Sultâniye Camii’ne gidip orada halka hitap ettiğini yazar. Babasının seferleri esnasında bulunduğu bölgenin muhafazasıyla da görevlendirilen Şehzade Mustafa, Hürrem Sultan’ın müdahalesiyle başşehre yakın olan bu sancaktan uzaklaştırılıp  (16 Haziran 1541) Amasya’ya gönderildi. Gerek Manisa’da gerekse Amasya’da iken annesi Mâhidevran daima onun yanında bulundu. Elçi Bernardo Navageros 1553’te yazdığı bir raporda Mâhidevran’ın onu koruma çabalarını anlatır ve şehzadenin de annesine karşı duyduğu sınırsız sevgiden söz eder. Şehzade Mustafa bu nakilden büyük bir üzüntü duydu. Ancak onun yerine Manisa’ya gelen Şehzade Mehmed’in burada âni ölümü (Kasım 1543) saltanat adaylığı için kendisini yeniden ümitlendirdiyse de Hürrem Sultan’ın diğer oğlu Selim’in Manisa’ya yollanması (1544) taht için düşünülmediğinin açık bir göstergesi oldu. Babasıyla giderek bozulan ilişkileri ve giriştiği birtakım teşebbüsler idamına kadar gidecek olayların başlangıcını oluşturdu. Kanûnî Sultan Süleyman’ın ordu ve halk tarafından sevilen Mustafa’yı katlettirmesi hakkında Osmanlı kaynaklarının verdiği bilgiler, başrollerini Hürrem Sultan ile Sadrazam Rüstem Paşa’nın oynadığı bir saray entrikasına dayandırılmakta olup hadisenin mahiyetini ve çiftbozan reâyâ ile timarlı sipahilerin şehzadenin etrafında toplanmasının sebeplerini açıklamaktan uzaktır.

 

Kanûnî Sultan Süleyman, muhtemelen Hürrem Sultan’ın da etkisiyle ona karşı daha Manisa’da iken soğuk davranmaya başlamıştı. Şehzade Mustafa, Irakeyn Seferi’nden dönen babasına bir mektup yazarak kendisiyle görüşmek ve özür dilemek için İstanbul’a gelmesine izin verilmesini istemiş, fakat bu isteği kabul edilmemişti  Amasya’ya gittikten sonra da bu yoldaki başvurularına ve en son  (27 Ocak 1551) tarihli feryatnâmesine de olumlu cevap verilmemişti. Bütün bunlar, şehzadenin babasını gücendirecek bazı girişimlerde bulunduğuna işaret etmektedir. Vezîriâzam İbrâhim Paşa’nın onu Irakeyn Seferi’nin safhaları hakkında bilgilendirmesi, buna karşılık şehzadenin İbrâhim Paşa’ya hitaben yazdığı mektup , ikisi arasındaki ilişkilerin iyi olduğunu ve bundan Kanûnî Sultan Süleyman’ın herhalde yine Hürrem Sultan’ın etkisiyle rahatsızlık duyduğunu akla getirir. Kanûnî’nin büyük oğlu hakkındaki şüphelerinin hiçbir zaman zâil olmadığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan Hürrem Sultan’la iş birliği yapan Rüstem Paşa da Mustafa’yı İran Şahı I. Tahmasb ile gizlice irtibat kuran bir “hain” durumuna düşürmek için bazı tertiplere başvurdu. Şehzadenin mührünü kazdırıp görünüşte onun ağzından yazılan bir mektubu Şah Tahmasb’a göndertmiş, şahın buna verdiği cevabı da yolda ele geçirerek Kanûnî’ye sunmuştu . Bir Venedik kaynağına göre de Şehzade Mustafa’ya babası adına zehirli hil‘at gönderilmek suretiyle bir suikast girişiminde bile bulunulmuştu.

Mustafa da tahta geçme hakkını yitirmemek için bazı girişimlerde bulunmaktan geri kalmamıştı. Kişiliği ve yetenekleri halk ve ordu içinde kendisine büyük bir sempati duyulmasına yol açmış, taraftarını çoğaltmıştı. Şairdi, etrafına birçok şair ve bilgini toplamıştı. Alçak gönüllü ve cömertti, yanındakilere iyi davranıyor ve bol ihsanlarda bulunuyordu. Asıl önemlisi, akçenin giderek değer kaybetmesi ve hayat pahalılığının artması yüzünden sıkıntıya düşmüş olan köylülerle sipahi grupları Kanûnî Sultan Süleyman’ın saltanatına karşı hoşnutsuzluk duymaya başlamışlardı. Bu kitleler onu taht için en büyük aday ve kurtarıcı gibi görüyordu. Nitekim Venedik elçisi Navagero, Mustafa’nın devletin geleceğine hâkim olma bakımından bütün kardeşlerinden daha fazla sevildiğini, yeniçerilerin padişah yahut sadrazamın aksine onu tahtta görmek istediklerini, yeniçeriler arasında büyük üne sahip olduğunu, bu desteğe rağmen babasına karşı harekete geçmemesinin hayret uyandırdığını yazar . Bununla beraber Mustafa kardeşlerinin öne çıkması üzerine faaliyete geçti ve Erzurum Beylerbeyi Ayas Paşa’ya başvurup babasından sonra hakk-ı şer‘îsi olan tahta çıkmak için kendisine yardım edilmesini istedi . Böylece Mustafa, dedesi Yavuz Sultan Selim’i örnek alarak tahtı kendisine sağlamak için hazırlanmaya başlamıştı. Bu yıllarda nikris hastalığından ıstırap çeken padişahın seferlere çıkmaması da ordu arasında padişahın yaşlandığı ve tahttan indirilip Dimetoka’ya gönderilmesinin gerektiği yolunda söylentilere yol açmıştı.

İran seferi hazırlıkları için Anadolu’ya gönderilen Rüstem Paşa padişaha Mustafa’nın tahtı ele geçirmek için hazırlandığını haber verince Kanûnî Sultan Süleyman çözümü büyük oğlunu öldürtmede bularak bunun için gerekli fetvayı müftü Ebüssuûd Efendi’den aldı.  (28 Ağustos 1553) Üsküdar’dan hareket eden padişah,  (5 Ekim) Konya Ereğlisi yakınındaki Aktepe (ya da Akhöyük) mevkiinde ordugâhını kurdu. Şehzade Mustafa da çok iyi donatılmış 5000 kişilik kuvvetiyle aynı gün oraya gitti. Ertesi günü kendisine bir tertip hazırlandığı yolundaki uyarılara aldırmayıp otağ-ı hümâyunda babasını ziyaret etti. Atından indiğinde çavuşlardan birinin isteğiyle kılıcını ve hançerini teslim ederek içeriye girdiği sırada yedi dilsiz cellât üzerine saldırdı. Kendisini savunmaya çalışan Mustafa sonunda kapıcılardan Mahmud Ağa’nın kemendi altında can verdi (6 Ekim 1553 Cuma). Bazı kaynaklarda çadıra girdiğinde babasının iç bölmelerden birinde bulunduğu, oğlunun katlini perde arkasından seyrettiği, hatta şehzadenin, babasının olduğu bölmeye geçerek onu selâmladığı, bu sırada Kanûnî’nin oğlunu ağır sözlerle suçlayıp ardından katlini işaret ettiği belirtilirse de bu hususun doğruluğu şüphelidir. Naaşı, çağdaş İtalyan kaynaklarına göre şahla iş birliği yaptığını belirtmesi için bir İran halısının üzerine konularak otağ-ı hümâyun önünde teşhir edildi. Daha sonra Ereğli’ye götürülüp cenaze namazı kılındı ve Bursa’ya gönderilerek II. Murad Türbesi yanında toprağa verildi. Selim’in tahta çıkışından sonra da üzerine bir türbe yaptırıldı. Mustafa’nın ordugâhta bulunan parasına ve mallarına el konuldu. Mîrâhuru ile adamlarından bir kısmı da onun arkasından öldürüldü. Şehzadenin annesi Mâhidevran Bursa’ya gönderildi. Onun yanında bulunan Mustafa’nın küçük yaşlardaki oğlu Mehmed de boğduruldu.

Mustafa’nın öldürülmesi ordugâhta büyük tepkiye yol açtı. Tepkilerin kendisinden çok Rüstem Paşa üzerinde yoğunlaşacağını anlayan Kanûnî idamın hemen arkasından onu sadrazamlıktan azlederek tepkileri önlemeye çalıştı. Olay için “mekr-i Rüstem” diye  düşürülmüştür. Kötü bir iftiraya kurban gittiği kabul edilen Mustafa’nın katlinin geniş halk tabakaları üzerinde meydana getirdiği üzüntü ve uyandırdığı tepki daha büyük oldu. Taşlıcalı Yahyâ, “Bunun gibi işi kim gördü kim işitti aceb / Ki oğluna kıya server-i Ömer-meşreb” mısralarının yer aldığı mersiyesinde bunu eleştirirken Sâmi de, “Yok yere kan edesin ya‘ni hilâfet bu mudur / Mustafâ n’oldı kanı n’eyledin â padişehim” diye sormuştu. Fakat asıl büyük tepki, bir yıl sonra onun adı etrafında toplananların Rumeli’de başlattığı Düzme Mustafa ayaklanmasıyla ortaya çıkmıştır. Mustafa’nın katli bazı Avrupalı yazarlara da ilham kaynağı olmuştur. P. Bonarelli’nin IL Solimano, I. Mairet’nin Le grand et dernier Solyman ou la mort de Moustapha ve T. Tasso’nun IL Solimano adlı trajedileriyle G. Ambrogio – M. A. Valentini’nin Solimano operası, D. Mallet’nin The Tragedy of Mustapha adlı kitabı bunlar arasındadır.

Eşleri:

Nuricihan Begüm Sultan: Tatar Prens Daşkın’ın kızıdır. Şehzade ile 1536’da nikahlanmıştır. Nergisşah Sultan’ın validesidir.

Fatma Handan Sultan: Çerkes olup Kabardey kabilesinden Kaytuko Hanedanı’na mensuptur. 1538 yılında nikâhlanmıştır. Şehzade Ahmed’in validesidir.

Hatice Ayşe Sultan: Çerkes Prens Pşeabşoko’nun kızıdır. 1542 yılında nikâhlanmışır. Bir Şehzade ve Bir Sultan validesidir.

Futuha Begüm Sultan: Kırım Prensi Mahmud Giray’ın kızıdır. 1545 senesinde Şehzade ile nikâhlanmışır. Şehzade Mehmed ve Şah Sultan’ın annesidir. Eşinin ölümünden sonra sarayın emri ile Pertev Paşa ile evlendirilmiştir.[16]

Çocukları:

Nergisşah Sultan: 1536 yılında Manisa’da Nuricihan Begüm Sultan’dan dünyaya geldi. Damat Cenabi Ahmet Paşa (şair, tarihçi, enderuni ve çeşnigirbaşı, yirmi yıl kadar Anadolu Beylerbeyi) ile evlenmiştir. 1595 yılında ölmüştür.

Şehzade Ahmed: 1538 yılında Manisa’da Fatma Handan Sultan’dan dünyaya geldi. 1551 yılında babasının ölümünden önce ölmüştür.

Bir Şehzade: 1542 yılının sonu veya 1543 yılının başı gibi Hatice Ayşe Sultan’dan doğmuş ve daha kundaktayken ölmüştür.

Bir Sultan: Doğum tarihi bilinmemektedir. Zaten doğduğu gün vefat etmiştir. Annesi Hatice Ayşe Sultan’dır.

Şehzade Mehmed: 1546 yılında Amasya’da Futuha Begüm Sultan’dan dünyaya geldi. Ölümü; 1553, Bursa (Şehzade Mustafa’nın ölümünden bir süre sonra taht için tehlike doğuracağı nedeniyle Dedesi Kanuni Sultan Süleyman tarafından boğdurulmuştur. Mezarı babasının yanındadır.).

Şah Sultan: 1549 yılında Konya’da Futuha Begüm Sultan’dan dünyaya gelmiştir. 2 Ekim 1577’de ölmüştür. Zevci Damat Abdülkerim Ağa.

Şehzade Mustafa’nın ölümü üzerine Fünûnî, Rahmî, Edirneli Nazmî, Muînî, Mustafa, Müdâmî, Sâmî, Kara Fazlî, Nisâyî, Şeyh Ahmed Efendi, Selîmî, Kâdirî gibi şairler mersiyeler yazdılar. Hakkında yazılmış en tanınmış mersiye, Taşlıcalı Yahya Bey tarafından yazılandır. Şehzade Mustafa, sultan olmadan kendisine bu denli fazla mersiye yazılan tek şehzadedir.

Taşlıcalı Yahya Bey‘in Şehzade Mustafa için yazdığı mersiyenin bir bölümü:

Osmanlı Türkçesi

Meded meded bu cihânûn yıkıldı bir yanı
Ecel Celâlîleri aldı Mustafâ Han’ı

Tulundı mihr-i cemâli, bozuldı dîvânı
Vebâle koydılar âl ile Âl-i Osmânı.

Geçerler idi geçende o merd-i meydânı
Felek o cânibe döndürdi şâh-ı devrânı.

Yalancınun kuru bühtânı bugz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumuzı yakdı nâr-ı hicrânı.

Cinâyet itmedi cânî gibi anun cânı
Boguldı seyl-i belâya, tagıldı erkânı.

N’olaydı görmeye idi bu mâcerâyı gözüm
Yazuklar ana revâ görmedi bu râyı gözüm.

Tonandı aglar ile nûrdan menâre dönüp
Küşâde-hâtır idi şevk ile nehâre dönüp

Görindi halka dıraht-ı şükûfe-dâre dönüp
Yürürdi kulları önince lâlezâre dönüp.

Tururdı şâh-ı cihân hiddetiyle nâre dönüp
Otagı haymeleri karlu kûhsâre dönüp.

Müzeyyen idi bedenlerle ak hisâre dönüp
El öpmege yüridi mihr-i bî-karâre dönüp.

Türkçe Açıklaması

Eyvahlar olsun! Bu cihanın bir yanı yıkıldı;
(Zira) ölüm eşkıyaları Mustafa Han’ı yok ettiler.

Yüzünün güneşi battı, divanı dağıldı.
Osmanlı sultanını hile ile günaha soktular.

O savaş meydanlarının yiğidini adı geçtikçe çekiştirirlerdi.
Felek zamanın padişahını o (iftiracılardan) yana döndürdü.

Yalancının kuru iftirası ve gizli kini
Gözyaşımızı akıttı, ayrılık ateşini yaktı.

O cani gibi cinayet işlemedi;
(Fakat kendi) canı, bela selinde boğuldu, erkânı dağıldı.

Keşke gözüm bu olup biteni görmeseydi
Yazıklar olsun! Gözüm bu muameleyi ona layık görmedi.

Nurdan bir minare gibi ak giysilerle donandı;
Gönlü şevk ile gündüz gibi (aydınlık) idi.

Çiçek açmış bir ağaç gibi halka göründü;
Kulları bir gelincik tarlası gibi önünde yürüyorlardı.

Cihan Sultanı kızgınlığından ateşe dönmüş hâlde duruyordu;
Otağının çadırları karlı dağlara benziyordu.

Bedenlerle süslenmiş beyaz bir hisara benziyordu.
Yerinde duramayan güneş gibi el öpmeye yürüdü.